3. Sayı
Editörden
Dünyayı düşünüyorum bazen. İçinde ne kavgalar ne savaşlar ne başarılar oluyor. Kaos, hareket, gürültü, kahkaha, dans, doğum, savaş, müzik, deprem, sanat, tsunami, trafik... Öylece dönüyor, bizim kargaşamızın aksine. Olduğumuz gibi kabulleniyor bizi, belki de başka çaresi olmadığından...
Aslında örnek alınacak davranış. Olduğu gibi kabullenmek herkesi, her şeyi. Doğayı duymak, tomurcuklanan bir çiçeğe bakmak mesela, varoluş çabasına şahit olmak küçücük bedeninde.. Rüzgarı hissetmek, dediklerini duymak kuşların... Olduğu gibi kabullenmek taşların arsından çıkan yeşillikleri, saygı duymak gayretlerine...
Örnek almak lazım dünyanın bizi HER halimizle kabullenişini. Rengimizin ne olduğuna bakmadan, ırkımızı, milletimizi, etnik kökenimizi önemsemeden, cinsiyetimizi sorgulamadan, kimi sevip sevmediğimize karışmadan, paramıza mevkimize tamah etmeden, seçtiğimiz dini ve onu yaşayış tarzımızı, veya hiç bir dine inanmayışımızı, her halimizi her çeşidimizi...
Fakat biz, kabul edemiyoruz bizden olmayanı. Ötekileştiriyoruz. Belki de korkuyoruz ilkel bir içgüdüyle. Birileri zarar görüyor, birileri ağlıyor,
birileri hayallerini kaybediyor, birileri öldürülüyor... “Benim rengimden değilsin, benim türümden değilsin, benim cinsiyetimden değilsin, benim dinimden değilsin, benim fikrimden değilsin, o zaman ölmeyi hak ediyorsun!”
Biz daha kendi iç dünyamızda bu farklılıklara barışamıyoruz, bazı konularda belki kabulleniyoruz “öteki”ni, ama haksızlığa, zorbalığa uğrayan herkesin hakkını aramasına destek olmak gerekmez mi? “Seninle aynı fikirde olmayabilirim ancak senin fikrini özgürce söyleyebilme hakkını ölümüne savunurum” diyor Voltaire. Bir şeyler oluyor, sevgili okur; bu dünyada bir şeyler oluyor!
İlk önce dünya gibi kabullenmeli, sonrasında da Voltaire’in dediği gibi harekete geçmeli değil miyiz? Ve hatta ses çıkarmazsak sıra bize gelir diye de değil, bu dönüp duran dünya memleketinde hep beraber yaşıyoruz diye, haksızlık, adaletsizlik, ayrımcılık kötü bir şeydir diye bir şeyler yapmalı, ses çıkarmalıyız. Farklı yerlerden çığlık çığlığa yükselen bu haykırışları dikkate alıp harekete geçmezsek, yavaş yavaş, “o kadar da olmaz” dediğimiz, o olumsuz sonuca varırırz; tıpkı dünyanın şuanki durumu gibi. Bu pandemi sürecinde insanlığın ilk başlarda Çin’i görüp sadece acıması ve bizim ülkemizde yok diye sevinip, hastalığı ciddiye almaması, sanki kendilerine gelemezmiş gibi düşünmesi, geç gelen önlemler, ve yitip giden bir sürü can... Bu kaçınılmaz sona gidiyoruz, bilmem farkında mıyız.
“Nefes alamıyorum” dedi biri bu ay, öncesinde de demişlerdi binlercesi; bunu diyecek noktaya getirilme nedenleri farklıydı belki ama, sonuç değişmedi; sonrasında bir daha hiç nefes alamadılar. George Floyd, artık nefes alamıyor. Kuşun kafesini açtığı için şiddet gören küçük kız, nefes alamıyor. Patlayıcı yedirilen fil ve yavrusu, nefes alamıyor. Münevver, Özgecan ve daha nicesi nefes alamıyor. Bunları yazarken ben, nefes alamıyorum.
Dönüp duran şu dünyanın gözlerindeki ışık sönüyor, nefesi kesiliyor!
Biz artık nefes alamıyoruz!