18. Sayı
Filmsever
Merhabalar... Sizlere bugün Netflix yapımı iki ayrı diziden bahsedeceğim: Kuş Uçuşu ve Twenty Five Twenty One. Her iki dizinin de ana karakterlerinde tutku, hırs ve azim bir arada çokça işlenmiş, nitekim benim ilgimi çeken de bu benzerlik oldu. İkisi de kendi alanlarında ayrı ayrı hedeflere odaklanan Aslı ve Na Hee-Do, yıkıcı hırs ile besleyici rekabet arasındaki iki ayrı ucu çok güzel özetliyor.
Öncelikle belirtmekte fayda var; hakikaten de arayan mevlasını da buluyor belasını da arkadaşlar. Azimle vurursanız o taş deliniyor. Her iki hikâyede de hedefinin peşinden delicesine koşan gençleri izliyoruz. Aslı, hayranı olduğu ana haber bülteni sunucusu Lale'nin yerine geçmek istiyor. Na Hee-Do, milli takımda yarışıp altın madalya kazanmış eskrimci Ko Yurim'i yenmek istiyor. İkisi de önceleri hayran oldukları bu insanların hayatlarına giriyorlar. Yaşadıkları bir kırılma anı sonrasında ise hayranlığın yerini yenme çabası alıyor. Rakipleriyle yakinen tanışıp onlardan bir şeyler öğreniyorlar. Gözlemliyorlar, not ediyorlar, ders çıkarıyorlar ve uyguluyorlar.
Bu noktada iki ayrı süreci görüyoruz. Aslı, bu rekabette daha yıkıcı yollara başvurarak, bazen de bel altı hamleler yaparak ilerliyor. Na Hee-Do'nun savaşı ise hem rakibiyle hem de kendisiyle. Altın madalyalı rakibini yenmeye çalışırken aynı zamanda kendisi için de bu süreci eğlenceli ve öğretici olarak geçirmenin peşinde. "Kazanmak istiyorum ama kaybetsem de dünyanın sonu değil, çünkü her hâlükârda eskrim yaparken ve yarışırken zevk alıyorum." diyor kendi kendine, fakat aynı zamanda çok sıkı çalışmaya devam ediyor. Aslı ise, doğru haberin peşinden koşarak bunu insanlara güzelce sunmayı hedeflemektense, sadece o koltuğa oturmayı istiyor. Sonrası yok.
Kuş Uçuşu'nun evreninde yeni kuşak ile daha olgun, yaşça büyük insanların çatışması üzerinde durulmuş. Twenty Five Twenty One'da ise hikâye çoğunlukla 90'larda geçiyor. Bununla birlikte hedefe koyulan ve peşlerine düşülen karakterlerin, ana haber sunucusu Lale ve milli eskrimci Ko Yurim'in, göz önünde oldukları için haklarındaki birçok bilgiye ulaşılması son derece kolay. Tanınıyor olmaları bir dezavantaj onlar için, çünkü tüm taktiklerini ve yaptıkları işleri izleyen, takip eden ve onları çok iyi bilen bir sürü rakipleri var. Bir nevi işinin en iyisi olarak kalmaya devam etme çabası ile en iyiyi yenme hedefinin savaşı.
Her iki dizide de kulağa küpe yapılabilecek dersler var. Bir şeyi çok mu istiyorsun, yaparken çok mu zevk alıyorsun; peşinden git, deli gibi git, üstüne düşen her şeyi yap, insanlar desteklemezken bile yap, yüz defa yap, bin defa yap. Eğer gerçekten seviyor ve yapmaya devam etmek istiyorsan, sonunda oluyor. Unutma, başta da belirtildiği gibi azimle vuran taşı deliyor. Na Hee-Do gibi. Eğer yolda fark ettiysen ki bu senin tutkun değilmiş, sal gitsin, yolu yarıladıysan bile fark etmez. Bırak, başka yöne git. Kendini yorma. Eğer istediğin şeyler uğruna yolda birilerinin üstüne basıyor veya onları yolun dışına itiyorsan Aslı gibi, unutma kazansan bile arkanı onlara dönmüş oluyorsun. Bilemezsin ne zaman gelip sırtından vuracaklarını. Altından koltuğunu alıverirler de ruhun duymaz.
Ve her iki dizinin de yan karakterlerine ayrı ayrı "Acaba ne anlatma çabası içerisindesin? Derdin ne?" diye sorarak izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü kendilerini sorgulayışları çok güzel. Verdikleri kararlar iyi kötü tartışılır, ama soru sormak ve kendini fark etmek, hoşuna gitmeyen öğrenmişliklerini değiştirmeye çabalamak bence cesaret işi. Buradan bazılarınıza kocaman bir "Helal olsun!" demek istiyorum yan karakterler. Hepinize değil.
Evet, yazıyı bitirmeden evvel belirtmekte fayda var. Bahsettiğim dizilerden biri Türk diğeri Güney Kore yapımı. Paşa gönlü izlemek isteyenlere duyurulur...