23. Sayı
Diğer
Zaman nedir? Zamanın kesin bir tanımı yok ama filozoflardan Augustinus şimdiki zaman ile idrak etmeyi, geçmiş zaman ile hatırlamayı, gelecek zamanla ise beklentiyi ilişkili kabul etmiş. Bence bu tam olarak doğru değil. Herhangi biri bugün dondurma yiyip yarın unutabilir ama yediğini hatırlamaması eylemimin geçmiş zamanda kaldığı ve içindeki şekerin ona enerji verdiği gerçeğini değiştirmez. Ya da şu anda bayılsa ve bunu idrak edebilecek bilinçte olmasa da o yine “şimdiki zamanda” baygındır. Öyleyse zaman nedir? İndirgemeci yaklaşım, zamanı değişim ile birlikte kabul etmiş. Bir açıdan evet; değişim zamanla olur ve değişimin miktarına, hızına bağlı olarak geçen zaman değişir. Oluş, akış, devinim. Bunlar zamanın birlikte değerlendirildiği kavramlardır. Bu tanımı olmayan; insanların ölçüp biçerek günlere, aylara, saatlere, dakikalara, saniyelere, milisaniyelere ve daha birçok minik parçalara ayırdığı ve bu sayede sayabildiği ama konumunu bilemediği, aklını kurcalayıp hayal dünyalarına yeni olasılıklar ekleyen şey yani zaman: Ona kapılıp gidiyoruz belki ama biraz durup hesap yaptığımızda ne kadarını geride bıraktık bulabiliyoruz. Peki gerçekten geride bıraktıklarımıza “geri” dönebilir miyiz? Ya da önemli bir soru: Daha ne olduğunu bile bilmediğimiz bir kavramı sırf biz ulaşamıyoruz diye “geri” olmakla, geçip gitmekle suçlayabilir miyiz? Albert Einstein zamanın göreli olduğunu ortaya attığından beri zamanda yolculuğa mümkün gözüyle bakılabilir. Hayalî kurgulara ev sahipliği yapan beyinler heyecan peşinde koşarken zaman, onların kimi zaman merkeze koyduğu değişkendir. Zamanda yolculuğun gerçekleşeceğini kesin olarak kanıtlamasa da bize umut veren bir diğer gerçek, bir zamanların hayalî yolculuk kategorisinde zaman yolculuğuyla kapışan uzaya seyahatinin artık gerçekleştirilen bir şey olması. Bundan kim bilir kaç sene sonra benim bu yazıyı yazdığım dönemden bambaşka koşullara sahip bir dönemde zamanı değiştirmek, onda seyahat etmek, belli bir tarihten bambaşka bir tarihe kargo göndermek gibi daha nice fantastik olay mümkün olabilir. O yolculardan biri olacağıma eminim. Yirmilerimde, otuzlarımda ve hatta belki kırklarımda çıkacağım bu yolculuk için gerekli donanıma sahip olmam gerek.
Bilim insanları tarafından tartışılan kısmının araştırdığım bölümünde bir numara: Einstein’ın Görelilik Kuramı. Özel Görelilik, Galilei’nin Görelilik Prensibi ile doğrusal ve değişmeyen hareketinin durumu ne olursa olsun tüm gözlemcilerin ışığın hızını her zaman aynı büyüklükte ölçeceği önermesini birleştirerek sezgisel olarak algılanamayacak; ancak deneysel olarak kanıtlanmış birçok ilginç sonuca varmamızı sağlar. 1905’te yayımlanan bu kurama göre;
Yani hareket eden saatler daha yavaştır. Örnekle, ben koltuğumda otururken Einstein yanımdan saniyede 300.000 km hızla geçerse onun zamanı benimkinden yavaş akar, böylelikle o daha yavaş yaşlanır. Hatta fotonlarla aynı hızda ilerlerse Einstein için zaman durur. Bir de hızını alamayıp ışıktan hızlı ilerlemeye başlarsa hayallerimin yolculuğunu yaparak zamanda geriye gider. İşte bu kısımda Nedensellik İhlali denilen bir durum mevcut. Eğer ben 2022 yılında 28 Şubat günü 2015’teki X kişisine bir bilye gönderirsem X kişisi de elde ettiği bilyeyi 2020 yılındaki bana verirse ve ben aynı bilyeyi 2022 yılında X’e gönderirsem… Bu bir paradokstur. Hiç üretilmemiş bir bilye aramızda döner durur. Bambaşka bir pencereden benzer bir duruma göz atalım: Ankara’dan İstanbul’a ışıktan hızlı yolculuk edersem daha yola çıkmadan İstanbul’a varmış olurum çünkü hem konumda yol alıyorum hem de zamanda geriye gidiyorum. Bu da bizi şuna götürüyor: Eğer ben Mars’a ışık hızını geçerek gidip tam da o an kalkış noktama bakma fırsatı yakalarsam geçmişe gitme süreme bağlı olarak değişmekle birlikte (Beş dakika geriye gittiğimi farz edelim.) beş dakika önceki kalkış için hazırlanan kendimi görürüm. Aynı şekilde, kalkıştan önce uydu görüntülerinden Mars’ı inceleyen biri benim oraya vardığımı görebilir. Neden? Çünkü hedefiniz geçmişteyse başlangıç eyleminiz gelecekte kalır. İlkel bir örnek, sabah yediğini akşamına pişirmek olabilir.
Çıkarım: Hayal yolculuğum için ihtiyacım olan tek şey fotonların hızını geçmek.
Yeryüzünde bunu yaptığını bildiğimiz herhangi bir parçacık var mı? Evrenin kozmik hız sınırını geçen bir şey bulunamayınca geçtiği varsayılan bir parçacık ortaya atıldı ve ona takyon dendi. Maalesef ki Princeton Üniversitesinden Richard Gott’un 1974’te keşfettiği, takyonların kendileriyle aynı hızda hareket eden antitakyonlarla sonsuz hızda çarpışarak yok olması kısmı gerçekleri suratımıza çarpıveriyor. Bir takyonun arkasından kütle çekim dalgası konisi (uzay-zamanda dalgalanmalar) geliyor. Bu koni onun enerji kaybedip hızlanmasına yol açıyor ve sonrasında bum! Büyük çarpışma ve yok oluş gerçekleşiyor. Yani yolculuğum için dönüşmem gereken takyonların kendi kendini imha ettiğini de öğrendiğimize göre kendi evrenine yeni özellikler ekleyen Kurt Gödel’e geçelim. Gödel Evreni bizimkinden farklı olarak dönüyor. Bu kozmik dönüşle birlikte ışık ışınları muz şeklinde eğimli bir yol izliyor. Yani biz bu muzun iki ucu arasında doğrusal hareket ederek ışıktan hızlı ilerleyebiliriz. Bizi bundan alıkoyan asıl mevzu ise bizim evrenimizde Güneş dönüyor, Dünya dönüyor ama evren sadece genişliyor. Yani ortada dönüş de yok muz da, dolayısıyla da doğal zaman makinesi de!
Paradokslar bir sorun değil midir? Dede paradoksunu bilmeyen yoktur. Geçmişe dönüp çocuk yaştaki dedemi öldürürsem ne babam doğar ne de ben doğarım. Böylelikle dedemi de öldüremem. Böyle bir paradokstan kurtulmanın yolu: Kronolojiyi Koruma Varsayımı. Yani Stephen Hawking der ki: “Henüz keşfedilmemiş bazı fizik kuralları böyle bir şeyin gerçekleşmesini engeller.”
Benim heyecan verici ama aynı zamanda ürkütücü bulduğum bir farklı kaçış yolu: Kuantum Kuramının Çoklu Dünya Yorumu. Buna göre evren tüm olası geçmişlerin var olduğu versiyonlara bölünüp duruyor. Kısaca, paralel evrenler. Yani ben Evren S’de yaşıyorumdur. Eğer geçmişe dönüp dedemi öldürürsem kendi evrenimdekini değil de başkasındakini öldürüyorum ve o gerçeklikte dedemin sülalesi yaşamıyor. Yani paralel evrenlerde her hâlimiz mevcut olduğundan paradoks diye bir şey yok.
The Flash’taki gibi kendi zaman çizginizi oluşturursunuz: The Flash geçmişe dönerek annesini öldüren adamı engelledi ve annesinin yaşadığı farklı bir zaman çizgisi olarak Flashpoint’i oluşturdu ve bu çizgide en alakasız gibi gözüken insanların bile hayatı bambaşka ilerledi. Eğer Flashpoint oluşmasaydı ve her şey tek bir çizgide ilerleseydi yine bir paradoksumuz olacaktı. Annesi ölmeyen Flash geçmişe gidip annesini kurtarma motivasyonuna sahip olmadığından işler karışacaktı.
Zamanda yolculukla ilgili öyle çok hikâye var ki! O kadar farklı ve baş döndürücü hikâyeyi okumak insanı bulunduğu gerçeklikten koparmaya yetebilir:
Kurgular anlatmakla bitmez, hayal gücüne sınırlar koymadıkça yeni fikirler üretmek ile tükenmez. Bilim gelişmeye devam ediyor ve doğrular “tamam” olamayacağından bulma, sebebini anlama çabası devam edecek. Eminim ki bir gün buluşlar zaman yolculuğunu mümkün kılan seviyeye erişecek. Ben de kendi planımı yapıp hayata geçireceğim. Her döneme etki etmiş kimliği belirsiz biri olarak efsanelerde geçeceğim belki, mağara çizimlerinde yer alacağım; Enver Paşa’yı ikna edecek, Sarıkamış’taki askerlerin kaderini değiştireceğim. Eğer bunları yaparsam farklı bir zaman çizgisi oluşturmuş olurum ancak ben “yaşananların” yaşanmış olduğuna inanıyorum. Bu yüzden eğer geçmişte bir şeyler başardıysam bile ya adım unutulmuştur ya da farklı bir isim kullanmışımdır. Piramitlerin gizemini çözmekle başlayabilirim. En temiz iş etki etmeden gizem çözme olurdu. Tarihî olayları yanlışsız kayda geçirmek; bilimin açıklayamadığı, henüz keşfedilememiş gerçekleri ortaya çıkarmak çok daha cazip. Tabii yazdıklarım, açıklananlar kadar. Belki de eski yer altı askerî üslerinden birinde zamanda yolculuk projeleri ciddi ilerleme katetmiştir. Başka bir kurguda denemelerden birinde çıkan bir problem sonrasında ekipteki doktor, insanların ilkel yaşadığı bir tarih öncesi döneme fırlıyor. Bu ne kadar fantastik gelse de kamudan gizli yapılan deneyler ve çalışmalar bana her şeyin çoktan halledilmiş olabileceği ihtimalini hatırlatıyor. Şu anda bulunmuş olmasa bile gelecekten geçmişe -yani günümüze- gelmiş zaman yolcularının aramızda dolaşmadığını, bizimle yaşamadığını kim kanıtlayabilir ki? Zamanda yolculuk fikri, sonsuz ve belirsiz bir evrendir. Bu yüzden hâlâ umut var.