Arkadaşım Tilki

Yazar

Seleme Bilgili

10. Sayı

Filmsever

Sayın okur, okumuş olduğunuz bu film yorumunu beklediğinizin aksine filmin sinematik değerini anlatmak için değil ana fikrin etkileyiciliği ve hayati değeri için yazma gereği duydum. Filmimiz doğayla iç içe çok güzel bir evde yaşayan çok güzel bir kız çocuğunun orman gezileriyle başlıyor. Her fırsatında soluğu ormanda alan bu tatlı kızımız özgürce gezer ve keşifler yaparken gördüğü bir tilkinin güzelliğinden büyüleniyor. Artık kızımız evden tilkiyi görmek için çıkıyor, kitapları tilkiyle ilgili daha çok şey öğrenebilmek için okuyor. Kendi içinde sahiplendiği ve arkadaş gördüğü tilkisi aklından hiç çıkmıyor. Kar demeden kış demeden o kadar büyük çabalarla tilkisinin peşine düşüyor ki bu küçük kızın çabalarına hayran kalıyorsunuz. Tilki kızı gördüğü ilk zamanlarda ondan kaçıyor. Tatlı kızımız pes etmiyor ve tilkisinin de onunla bağ kurmasını sağlamak, onunla arkadaş olmak için elinden geleni yapıyor. Yollara yemekler bırakıyor, onu kurtlardan kurtarıyor, yuvasının başından ayrılmıyor ve daha neler neler... Gel zaman git zaman kızımızın uğraşları sonuç veriyor ve tilki de alışıyor bu duruma. Bir de bakıyoruz alışılmışın dışında bir arkadaşlık başlıyor tilki ve kızımız arasında. Bu tatlı arkadaşlık devam ederken kızımız elinde olanla yetinmiyor. “Keşke canı istediğinde gitmese, keşke bana daha çok itaat etse” diyor ve çok sevdiği tilkisini daha çok kendisine bağlamak istiyor. Tilkisinin duygularını dikkate almadan gerçekten de çabalıyor bunun için. Tasma takmaya çalışıyor başta. Tilkisinin buna karşı çıkması ve kendini kurtarması hem şaşırtıyor kızımızı hem de sinirlendiriyor. İstediğini elde etmek başlıca hedefi oluyor o andan itibaren. Ve en yapmaması gerekeni de yapıyor filmin sonuna doğru: Tilkisini evine alıyor ve ona hiç çıkış yolu bırakmıyor. Filmin hazin sonunu isterseniz ben anlatmayayım size. Burada asıl istediğim filmin merkezindeki konuya mercek tutmak zaten. Beni asıl etkileyen filmin ne mekanları ne sinematografisiydi. Beni etkileyen, hayatımızda belki sık sık ihlal ettiğimiz bazı duygusal gerçekleri çarpıcı şekilde örneklendirmesiydi. Şimdi de ben o çok değerli konuyu sizlerle paylaşmak ve üzerine konuşmak isterim. “Sevmek ve sahip olmak aynı şey değildir ve olmamalıdır”. Bu ikisi birbirine karıştırıldığında karşımızdaki kişiye ne kadar büyük zararlar verebileceğimizi hatırlatıyor film bize. Kızımız da uzun süre uğraş vererek bağ kurduğu tilkisine o tasmayı takmak istediği anda arkadaşlığını zaten çıkmaza sokmuştu. Onu tamamen kendisinin yapmak istemesi ise arkadaşlığı değil direkt olarak arkadaşını kaybetmesine sebep oldu. Bu “Sahip olma kavramını sadece filmdeki gibi anlamlandırmamalıyız. Etrafımızdaki insanların sınırlarına saygı duymamak, düşüncelerini özümsemek bir yana herkesin düşüncesini bizimkiyle aynı yapmak istemek de birer sahip olma isteği diyemez miyiz? Başkalarının kendi çizgilerini ne derece ihlal ediyoruz bunu biraz düşünmek gerekir. Bölümü bir Halil Cibran’ın Ermis kitabından bir alıntıyla bitirmek istiyorum. O bu satırları evlilik üzerine yazmış olabilir fakat bence bu değerler her türlü bireyler ilişkisine uyarlanmalı. Sağlıcakla kalın! Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın, Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi Birbirinizin kadehini doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin, Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeyin, Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama birbirinizin yalnız olmasına izin verin, Nasıl lavtadan dağılan müzik aynıysa, nağmeleri çıkaran teller ayrı olsa da, Gönlünüzü verin ama saklamak adına değil, Çünkü ancak Hayat’ın elleridir yüreklerinizi himayesine alacak olan, Yan yana olun, ama fazla sokulmadan, Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır, Çünkü bir selvi ile bir meşe, yetişmez birbirinin gölgesinde...