Ben Sana Doyamadum

Yazar

Ceren Koşar

8. Sayı

Denemeler

Ekim ayının ortalarına geldiğimizde başlar göğüs ağrılarım. Az kaldı derim, Kasım’ın 16’sına... Bu tarihin ömrümdeki önemini, güzelliğini ve her yıl artan hüznünü bir tek ben hatırlıyor olsam belki de bu yazıyı yazmaya başlamayacaktım. Hiç görmediğim ve hiç bilmediğim onlarcası bu tarihte saygı ve sevgiyle bir iki satır da olsa anıyor bizi; hikayemizi... Küçük çaplı bir ün ve çok az neşe barındırıyor içinde.

Adını Meltem koymuştum, sıcak bir esinti olsun, yuvamız da onunla sıcacık olsun diye. Nereden bilirdim mevsimlik bir rüzgâr gibi sadece tenimizi okşayıp geçeceğini? Herkes ona aynı zamanda Kasımpatım diyor. Çünkü annesi bir çiçek gibi sevdi onu, sarı bir kasımpatı gibi. Gel gör ki mevsimlik açan bir çiçek ismi vermişiz bilmeden, sonunu düşünmeden. Kardelen demiş olsaydım, güçlü ve hayatta olabilecek miydi?

Doğumundan çok önce başlıyor onun hüzün dolu hikayesi. Doğumu ve yaşadığı birkaç ay boyunca da hiç peşini bırakmıyor. O nasıl bir yalnızlık, o nece bir soğukluk aydınlık odalar içinde... Hangi insan iyileşebilir dokunmadan sevdiğine?

Kasım ayının 16’sında, planlanandan bir gün önce, annesini mutluluktan ağlatacak sancılarla ama yine de annesi baygınken yeni dünyasına geçiş yaptı Meltemimiz. Doğar doğmaz portatif bir kuvöz yoluyla, annesine hiç dokunmadan, onu hiç koklamadan Cerrahpaşa’nın soğuk koridorlarından Asya Kıtası’na seyahat etti. Kaç insana nasip olur doğar doğmaz İstanbul Boğazı’ndan geçmek? Peki ya bu öksüzlüğü, onsuzluğu anlatabilmek bana nasip olur mu bir gün? Yine de deniyorum, kasım ayının hatr-ı şerefine...

Sıcacık bir kuvözde ana kucağı nedir bilmeden başladı kelebek ömrü. Annesinin koynundan hiç ayrılmadan yaşadı sonra, sadece birkaç ay... Annesi kimselere vermezdi kucağından. Koklamaya, öpmeye doyamadı ki hiç! Ağladığında susturmaya çalışmadan, sesine hasret kaldığı ayların acısını çıkartacak kadar görmemiş bir anne...

Sonra yine ayrılık, yine yoğun bakım servisinin sönmeyen ışıklı, aydınlığı gözleri yırtan odaları ve yine ziyaret saatleriyle belirlenen, insaflara kalan kavuşmamız...

Bir çocuk ne kadar güzel olabilir? Peki hasta bir çocuk? Güzeller güzeliydi Meltem. Bunu gören sadece ben değildim üstelik. Güzel bir bebek hayal etseniz ona benzerdi. Başı olması gerekenin misliyle büyüktü ama hiç görünür müydü, bilmem. Ben görmezdim. Zeytin tanesi gibi bir çift göz. Beni gördüğünden, ışığı bildiğinden şüpheli... Fındık gibi bir burun, öpünce dudaklarımın içinde kaybolan. Bal damlayan dudaklar ve güvercin gibi bembeyaz, yumuşacık bir ten... Nazarım değecek diye korktuğum ama gözümü bir an bile ayırmadan saatlerce, taparcasına izlediğim bebeğim, Meltem’im... Kirpiğinin teline ömrümü verdiğim...

Beni yargıladılar. Acımadan sorguladılar. Engelli olacağını bile bile nasıl doğurdun? Size bir şey olursa ona kim bakacak? Acı çekeceğini bile bile nasıl yaptın?.. Ben onun bir milimetrelik ultrason görüntüsüne âşık olmuşken, yüreğinin yüreğime değdiğini hissederken nasıl ondan vazgeçebilirdim? Her sabah uyanıp ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttığımda, karşıma çıkan soluk camlı aynada, sadece büyümekte olan karnıma bakıp tepinerek ağladığım bir gebelik yaşadım ben. Her şey hayal ettiğimden çok daha kötüydü. Fotoğraflarını gördüğüm gebeler gibi prenses falan da değildim. Cenaze namazı kılınmadığı için toprağa girmeyi bekleyen bir ölü gibiydim. Her şeye rağmen ondan vazgeçmedim. Çünkü ondan ayrılmak fikrine hiç tahammül edemedim. Çıldırmaktı bu. Her şeyin çaresi vardı üstelik; hidrosefaliyle ömrünün ortasında tanışan, iyileşen insanlar vardı. Neden benim fındık burunlu Meltem’im de sağlığına kavuşmasındı?

Anlatmayı denedim bir ümit, anlaşılmayı istedim. Mümkün mü anla-ta-bilmek?
Yaşama şansı verdim bize. Çok acı ve çok yalnızlık çektik ayrı uyuduğumuz gecelerde. Her ayrı geçen dakika kadar beyazladı saçlarım. Yüzümde yer eden mimikler gülmekten uzaklaştı, gözyaşlarım kurudu, gözlerimin ışığı sönükleşti. Sonra... 2017 yılının soğuk bir şubatında bedeni bu dün-
yadan çekip gitti. Dünyanın tüm güzelliklerini de yanında götürerek... Doysun kara topraklar...