16. Sayı
Denemeler
Kendinden yaşça küçük birine âşık olduğu için toplum ve değerler tarafından duyguları ve ruhu incitilen bir kadın, bir öğretmen, İngilizce öğretmeni, söz yazarı: Çiğdem Talu. Kendinden yaşça büyük birine aşık olduğu için toplum ve değerler tarafından duyguları ve ruhu incitilen bir adam, bir besteci: Melih Kibar. Sizlere onların hikayesini; okuduğum, dinlediğim kadarıyla anlatmak için oturacaktım masa başına. Onların izni olmadan, topluma mâl oldukları için haklarında istediğimiz gibi konuşma hakkını elde ettiğimizi düşünüyoruz ya, insan olduklarını, duygularının olduğunu unutup... Ben de kendimde bu cesareti bulmuştum.
Fakat şu an, başka şeylerden bahsetmek istiyorum. Zamanında bu insanların yargılandıkları o dünyada, bizim "hâlâ" yaşadığımızı fark ettim. Bu insanlar gülmüşler, sevmişler, hissetmişler, yazmışlar, bestelemişler... Yakınları seslendirmiş, hâlâ birçoğumuzun severek dinlediği şarkılar koymuşlar önümüze; kendi ruhlarından...
"Her şey seninle güzel
Yolda yürümek bile
Olmayacak düşlerin,
Peşinde koşmak bile
Her şey seninle güzel
Bu toprak, bu taş bile
İçimdeki bu korku
Gözümdeki yaş bile"
Âşık olmuş, sevgiyi tatmış, sevmeyi hissetmiş biri, kendi anılarında dolaşmaz mı bu şarkıları dinlediği zaman? Gözleri dolmaz mı veya nefesini bırakmaz mı yavaşça, yarım kalmış, ayrılmış fakat ayrılamamış biri, kulağına çalındığı zaman bu şarkılar? Zamanında yargılandıkları toplum içindeki insanların torunları belki şimdi bu iki insanın şarkılarını dinleyip, âşık oluyorlar, hüzünleniyorlar, kendilerinden bir şeyler buluyorlar...
"Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Nerde nasıl yaşarım bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir yanarken
Bendeki karanlığı gel de bana sor"
Mutluluğu kurallarla yaşamaya olan bu çaba niye?
Sadece insan olsak, yaşayıp gitsek, hayaller kursak, gülümsesek, yetmiyor mu? Nasıl güldüğümüzün, nerede güldüğümüzün, kiminle ve neden güldüğümüzün, bir önemi var mı, hiçbir şeye zarar vermediğimiz sürece? Ama yok, yapamıyoruz. Ayıp diye bir kavram var, tanımını herkes kendince yapıyor, içini dolduruyor. "Öyle yapma" diye bir gerçek var, kimse demese de çocuklar bu cümlelerle büyüyor.
Gerici ve ilerici, batı ve doğu, iyi ve kötü, o ve bu, biz ve onlar diye kavramlarımız var. Aşırı kalın duvarlar, çok net sınırlar çizen, fakat bence bir o kadar da içleri boş olan. Birtakım alışkanlıklar ve öğrenilmişlikler, sonrasında üzerine hiç düşünülmediği için kalıplaşmış doğrular oluşturmuş; herkese göre değişen doğrular. Dikte ettirilen ve tersi durumda veto yedirten... Fakat söylemek istediğim bir şey var; birileri gölge etmese, kalanların başka ihsanda gözleri yok, cidden.