17. Sayı
Röportajlar
Öncelikle sizi tanımayan okuyucularımız için kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Mehmet Çelikyay?
Yaklaşık 12 yıldır TRT spikerliği yapıyorum. TRT'de radyo ve televizyon kanallarında programlar hazırlayıp sundum; siyaset, dış politika, kültür-sanat programları, sağlık… Bunun yanında TRT Avaz'da ekonomi programı sundum. TRT Eba TV'de de yaklaşık 120 bölüm çocuk gelişimi, aile içi iletişim üzerine konuklu bir program sundum. Şimdi oradan da ayrıldım. Biraz dinlenmeye ihtiyacım olduğunu düşündüm. Medipol Üniversitesinde öğretim görevlisiyim, 4 yıldır İletişim Fakültesi’nde spikerlik ve sunuculuk derslerine giriyorum. Geçen yıl çıkan bir de kitabım var: “Diksiyon, Beden Dili ve Hitabet, Güçlü İletişimin Sırları”
Sesiniz üzerinde çalışmaya, yani diksiyon çalışmalarına ne zaman başladınız?
TRT'ye girdikten sonra. Onun öncesinde bir eğitimim veya tecrübem yoktu. Askere gittiğimde 28 yaşındayken bir yemin töreni konuşması yapılması gerekiyordu. İletişimime güvendiğim için elimi kaldırdım. Sahnede 850 kişi (200 asker, benim dönem arkadaşlarım, 50 tane rütbeli komutan ve onların arkasında aileler, bizim ailelerimiz) önünde konuşma yaptım. Benim için yüzme bilmeden denize atlamak gibi oldu bir anlamda. Herhalde başarılı oldu ki çok güzel dönüşler almıştım. Oradaki konuşma tecrübem bana, askerden döndükten altı ay sonra TRT'nin spikerlik sınavlarına başvurabilme cesaretini kazandırdı. Sınavlardan da geçince 6 ay süren bir eğitim aldım. Aynı zamanda rahmetli Jülide Gülizar’ın diksiyon üzerine yazdığı kitabı bir ay çalıştım. Tekerleme çalışmaları yaptım; dil egzersizleri, dudak tembelliği ile ilgili egzersizler yaptım. Yanlış vurgu, yanlış telaffuz yerleştikten sonra onu değiştirmek, dönüştürmek çok zor.
Günlük hayatta en sık yapılan diksiyon hatası sizin gözlemlerinize göre nedir?
Eskiden TRT'nin tek kanal olduğu zamanlarda insanlar duyduğu doğru Türkçeye göre konuşuyorlardı. Ama bugün sosyal medya ile birlikte yanlış telaffuzlar çok yaygın. Kulak en çok neye maruz kalıyorsa dil onu söylemeye başlıyor. Benim gözlemim şu: İnsanların çoğu nefesini doğru kullanmayı bilmiyor. Birçok şey düzeltilebilir ama nefesi iyi kullanamadığımızda tekdüze bir konuşma oluyor. Herkes aynı tonda konuşmaya başlıyor; içerik ne olursa olsun. Dümdüz bir konuşma; aynı kişi, aynı ses tonu, aynı diksiyon ama tonlama yok. Niye? Çünkü seste notalarda iniş çıkış yapmıyorsunuz. Vurgu ve tonlama diyoruz buna. Benim gördüğüm en büyük eksiklik bu. Peki bu düzeltilemez mi? Tabii ki düzeltilebilir. Hatta düzeltmenin en iyi yolu hikâye kitapları okuyarak başlar. Ben bunu eğitimlerde gösteriyorum. Diyorum ki alın şu kitapları ve lütfen o karaktermişsiniz gibi seslendirin; sesinizi kaydedin, dinleyin. Düz okuyarak değil tabii ki. Bunu yapa yapa seste tonlamaları ayarlamaya başlıyorsunuz.
Kusursuz bir Türkçe nasıl konuşulur? Var mıdır kusursuz bir Türkçe? Siz bu şekilde konuştuğunuza inanıyor musunuz?
Hayır tabii ki. Kusursuzu yapmaya çalışmak en büyük yanılgılardan birisi zaten. Yani burada bir ifadenin, bir konuşmanın iyi, çok iyi olmasının yolu kusursuz, hatasız bir Türkçe konuşmaya çalışmaktan geçmez. Öyle yaparsanız ne olur biliyor musunuz? Bir haber bülteni spikeri olursunuz. Ama bana göre iyi konuşmak önce odak noktanı değiştirmekle başlar. Yani konuya odaklanmak gerekir. İdeal konuşma şekli şudur: Bir, konunun içeriğine odaklanmak; iki, diksiyona dikkat etmek. Konuya odaklandığınız zaman vurgular, tonlamalar, iyi soru sorabilme, hepsinin önü açılıyor. Ama siz sadece doğru konuşmaya odaklandığınızda o zaman konudan uzaklaşıyorsunuz. Soru sorarken yapay ve samimiyetsiz oluyor. Yani iyi konuşmak demek hatasız konuşmak demek değil. Duyguları, vurguları yerinde verebilmek, doğru soru sorabilmek, iyi soru sorabilmek, bunlardan geçiyor.
Peki beden dili bunun neresindedir? Beden dilimizi eğitmek gerçekten mümkün müdür? Mümkünse, nereden başlamalıyız?
Kitabı yazarken üçünün birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğuna inandığım için üçünü tek kitapta yazdım. Diksiyon, yani tek başına A4 kâğıdında yazılı olan bir metni hatasız olarak okumak sizi çok iyi bir konuşmacı yapmaz. Öyle olsa tüm spikerler dünyanın en iyi konuşmacıları olurlardı. Bunların üçünü bir sandalyenin bacakları gibi düşünün. Biri olmadığında eksik kalıyor, sağlam duramıyor. Sesi eğitmek, sesin tonunu ayarlamak, akıcılık, netlik, anlaşılırlık, bunlar olmazsa olmaz. Beden dili önemli, niye? Beden dili bedenimizle, ellerimizle, göz temasımızla, mimiklerimizle verdiğimiz mesajlardır. Ellerin açıklığı, şeffaflığı, seyirciye verilen mesaj, salondaki hareket, göz temasını kurmanız çok önemli. Ama beden dili de tek başına yetmiyor. Üçüncü ve en önemli unsur, hitabet sanatı da devreye giriyor. Topluluk önünde konuşma becerisi olduğu zaman artık üçü birleşiyor, bir robot gibi oluyor. Mükemmel bir varlığa dönüşüyor. Çünkü insanları etkilemeye başlıyorsunuz. Diksiyonunuz iyi, beden diliniz iyi ve geriye kaldı hitabet. O da biraz daha işin gerginliğini ve kaygısını aşmayla oluşabilen bir şey. Öyle olduğunda çok iyi bir yönetici, bir takım lideri, bir siyasetçi, bir önder, bir din adamı oluyorsunuz. Yani o aşamaya geldiğinizde arkanızda binler, yüz binler olmaya başlıyor. Konuşmanın en kilit noktası duygusunun olmasıdır. En iyi konuşmalar duygu barındırır. Martin Luther King Jr.'ın siyahların hakları ile ilgili yaptığı konuşma duygu barındırıyordu: umut. Veya Almanya, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'in bu kadar başarılı olmasının tırnak içerisinde en büyük sebebi neydi? Konuşmasındaki duygu: öfke. Öfke de güçlü bir duygudur. Umut, sevinç, üzüntü, nefret, her şey bir duygu. Bu duyguları barındıran konuşmalar çok iyi olur. Ne türde konuşma yaparsanız yapın. Çünkü insanlar tutkuyu hissederse o zaman peşinden gider. Tarih boyunca böyle olduk. Bunları kullanan siyasetçilere oy veriyoruz. Elleri göstermek ilkel insanlarda "Ellerimde silah yok, sana karşı açığım ve şeffafım." mesajı veriyormuş mesela. O yüzden tokalaşıyoruz. Eğer dürüstseniz, konuya hâkimseniz, sesinize, bilginize güveniyorsanız beden dili de kendiliğinden buna eşlik eder zaten.