17. Sayı
Gezi Yazıları
Güneşin çocuğu olan ben, Kanada kışlarında kış uykusuna yatma eğilimindeyim. Yapılacaklar listemdeki en değerli hayallerimden birine ulaşma çabasıyla konfor alanımdan dışarı adım atıyorum: Aurora ışıklarını görmeye gidiyorum.
Toronto'dan Vancouver'a 5 saatlik bir uçuş.
Havaalanında 9 saat bekleme.
2 saatlik bir uçuş daha ve varış noktamıza ulaşıyoruz.
Whitehorse (beyaz at).
Uçsuz bucaksız yeşillikler, güzel dağlar ve kıvrımlı göller arasında yuvalanmış bir kasaba baloncuğu. Kışın suları donuyor. Kar taneleri gökyüzünde dans ediyor ve nehir akıntılarının kemerlerine yerleşiyorlar. Beyaz atların yelelerini andırıyorlar.
Burası sessiz. Sokakların hepsi birbirine bağlı. Kasaba rahat ve insanları sıcak. Mütevazı bir otelin üçüncü katında kalıyoruz. Manzaramız paha biçilemez. Solumuzda dağlar, sağımızda tek katlı bina ve dükkân blokları, başımızın üstünde gökyüzü var.
Merhaba. Buluştuk işte. Hakkında çok şey duyduğum o büyülü varlık sen olmalısın. Biliyor musun, gün batımında bu kadar nefes kesici görüneceğini düşünmemiştim. Ama, sen… wow. Sen yaşayan, nefes alan bir varlıksın. Narin portakal rengin ve kıpkırmızı pembelerinle, bebek mavi fırça izlerinle ve tam ortadaki beyaz hiçliğinle… Anlatacak bir hikâyen var, hissedebiliyorum; onu dinlemeye o kadar hazırım ki.
Gece 10. lobide toplanmadan önce zar zor bir saat uyuyoruz. Dağlara ait olan ve gözleriyle gülen dost canlısı bir genç kadın bizi karşılıyor. “Bu gece tur rehberinizim.” diyor. Hızlıca minibüse biniyoruz. Aracımızın farları dışında yol karanlık gözüküyor. Rastgele sola dönüyoruz. Minibüsün yolu aşması imkânsız görünüyor, ama başarıyor. Şenlik ateşine yakın huzurlu bir çadırın yanına park ediyoruz. Atıştırmalıklar, sıcak içecekler, şekerlemeler var; uzun bir gece bizi bekliyor. Meğerse, ışıkların çıkmasını beklememiz gerekiyormuş. Meğerse, her zaman çıkmıyorlarmış. Meğerse, Aurora Borealis adı verilen bu nadir, büyülü fenomene tanık olmak için, yeterince karanlık saatlerin olmadığı bir dünyada, tüm hayatımızın iki gecesiyle bahse girmişiz.
Olay basitçe şundan ibaret. Güneşten gelen yüklü parçacıklar dünyanın atmosferine giriyor. Yolda birbirleriyle çarpışıyorlar. Bunun sonucunda gökyüzünü renkli ışıklarla dolduran küçük flaşlar üretiyorlar. Milyonlarcası. Flaş üstüne flaş, flaş üstüne, flaş. Hepsi aynı anda. İşte Aurora'nın dansı. En azından kitaplara göre böyle. Cree Kızılderilileri’ne göre, ışıklar, ölen arkadaşlar ve akrabaların dünyada geride bıraktıkları insanlarla iletişim kurma çabası. Ben onlara inanıyorum. Öbür yandan, Aurora'ya inanmayanlar onu asla bulamıyorlar.
Saatlerce oturuyoruz. Ay parlıyor. Kötü haber olduğunu söylüyorlar. Bulutlar dağılıyor. İyi haber olduğunu söylüyorlar. Rüzgâr esiyor. Bunun birçok anlama gelebileceğini söylüyorlar. Bin türlü şey söylüyorlar, Aurora ise gizli, sessiz ve görünmez kalıyor. Sonunda onu göremiyoruz.
Başka bir gün oluyor, başka bir gece oluyor. Yeni bir bekleme esnasında kendimizi meşgul etmenin yollarını buluyoruz. Şöminenin etrafını samimi muhabbetler döşüyor. Ay ise tepemizden bizi dinliyor, o kadar parlak ki birbirimizin gözlerindeki pırıltıları seçebiliyoruz. Bazılarımızı bir süre kutu oyunları meşgul ediyor. Diğerlerimiz yüksek voltaj kameralarının önünde kamp kurarken, benim gibi maceracılar ise unutulmaz anıların peşinden koşuyor. Elimizde sıcak içecekler, gökyüzünü izliyoruz, izliyoruz ve izliyoruz. Umudumuzu kaybetmememizi söylüyorlar. Ama fark ediyoruz ki… umut, karanlık kış gecelerinin derinliklerinde oldukça hızlı bir şekilde yıpranan bir şeymiş. Asıl öğrendiğimiz sabır oluyor. Tereddüt etmediğimiz sürece çabalarımız cennetin mahzenlerine kadar uzanıyor, uzaklara, çok uzaklara yükseliyor ve kibarca karşılık buluyorlar.
İşte orada, iki gözümüzün önünde, güzel Aurora’ya şahit oluyoruz. "Beni takip et." diye fısıldıyor. "Ve gözlerini asla kapatma." Kalbim duruyor, nefesim kesiliyor, ama hiç hissetmediğim kadar canlı hissediyorum. Bu Aurora ve onun hikâyesi yeşil. Gökyüzünde parlıyor, kısaca tanıtıyor kendini. Bekliyor, sallanmaya başlıyor. Yavaş yavaş, maviler ve grilerden oluşan bir gökkuşağına dönüşüyor. Sanki bir işaret almış gibi yıldızlar aynı anda göz kırpıyorlar, ve Aurora bize zarafet dansını gösteriyor.
Sen çok çok güzelsin. Seni asla ama asla unutmayacağım; bu anı asla ama asla unutmayacağım. Bana sabrı, nezaketi, sevgiyi öğrettiğin için teşekkür ederim. Her zaman inanmaya devam edeceğime söz veriyorum.
2022 kışı olan 17 Mart'ın karanlık ve berrak gecesinde rüyam gerçekleşiyor.
Whitehorse'da sabahlar da bir o kadar keyifli. Turist arkadaşlarımızla şehir turu, gelecek vadeden bir konaklama için zemin hazırlıyor. Ziyaretçi Bilgileri sitesini ziyaret ediyoruz. 1896'daki Gold Rush göçüne kadar uzanan, bu civarın büyük bir endüstrisi olan madencilik yoluyla elde edilen inanılmaz değerli taşları görüyoruz. Burada da nefes kesen donmuş göl var… ve otobüs penceresinden Whitehorse sokakları. Dışarısı buz gibi. Ancak soğuk, Whitehorse'da sıradaki çılgın yolculuğumuza çıkmamızı engelleyemiyor. İlerliyoruz. Rehberimizin ifadesiyle, "Hiçliğin ortasına geldik."
Bol üniformaları giymek emek istiyor ama giydiğimizde değiyor, üniformaların içinde bir esinti bile hissetmedim. Oranın yerlisi olan bir kişi, büyük boy pantolonum ve uzun ceketimle gerçek bir Yukonlu gibi göründüğümü söyledi. Bu bütün yolculuk boyunca duyduğum en güzel şeydi.
Devasa bisikleti çalıştırıyoruz. Çam ağaçlarından yapılmış dağların eteklerine doğru uzanan karla kaplı devasa buzun üstünden geçiyoruz. Nefes kesici bir manzara. Bir rüyada kaybolmak gibi ama hayatında bir kez olsun, sırada ne olacağını bilmemek seni korkutmuyormuş gibi. Sadece gaz pedalı ve siz varsınız, bir hiçliğin tam ortasındasınız. Özgürlük.
Burayı seviyorum. Bunu söylemekten asla bıkmayacağım. Bunun yanında, burayı özel yapan şeyin insanları olduğunu hissediyorum. Kış öğlesine rağmen havada yayılan o sıcaklık, etrafınızdaki özel insanlardan geliyor. İnsanlar burada birbirlerini ve evlerini önemsiyorlar. Ziyaretçilerine unutulmaz anılar hediye etmeye önem veriyorlar.
Ayrılma zamanı. Üç gün sonsuzluk gibi geldi ve ben… içimdeki başka bir beni keşfettiğimi, şehri son kez seyrederken anlıyorum. Otobüsün tekerlekleri dönüyor. Ben ise tekrar dağlara uyanacağım zamanın hayalini kuruyorum. Yeniden buluşana kadar, inanmaktan asla vazgeçmeyeceğime söz veriyorum.