Kapı

Yazar

Cihan Öney

17. Sayı

Diğer

Kapının önünde elimde siyah küçük bir bavul ile buldum kendimi. Alelacele tepiştirilmiş birkaç parça eşya ne kadar ağır olabilirdi? Sanki eşya değil de yaşananların yüküydü taşıdıklarım. Yaşanmasına göz yumduklarım, hayal kırıklıkları, olmazlar, bavulun içinde ağırlaştıkça kapıyı açacak gücüm kalmamıştı. Sahi bunca zaman boyunca anlaşılamamış olmak kaç kilo gelirdi? Sanki ben bavulu değil, o beni taşıyordu. Küçük siyah bir bavul “Gitme kal.” der gibiydi. Konuşsa keşke diye düşündüm. Şöyle anlatsam meramımı doya doya, bu kadar ağırlık yapacağına kesin hafiflerdi. Anlardı beni eminim. Bütün yüküme rağmen son bir gayretle uzandım kapıya. Bir kapı kolu bu kadar iyi gelebilirdi insana…

Adaletin, hakkın, hukukun, ilişkilerin dolunayına gidiyoruz. İnsan olarak yaşadığımız her türlü ikili ilişki, gelişimimize muazzam ışık tutar. Tabii doğru yerden bakabildiğimiz sürece. Şimdi bir kenara çekilip bunca zamandır kim bizde ne kadar, biz kimde ne kadarız hesabını yapmak boynumuzun borcu. Zira dolunay tamamlanmayı anlatır ve tamamlanmalıyız. Özellikle ekim ayından bu yana üzerine uğraş verdiğimiz, ilişki konularıyla alakalı bir tamamlanma sürecinde olduğumuzun farkında olmak gerekiyor. Hiçbir ilişkide sadece vererek ve sadece alarak kalamayız. Biz istesek de sistem buna müsamaha göstermez. Haliyle bu dengenin güdülmediği ilişkiler için dönüşüm çanları çalmaya başlıyor. “Aman o iyi olsun, beriki üzülmesin, öteki kırılmasın.” diye diye biz kendimizi fedakârlıklar imparatoru ilan etmiş olsak da sistemin bunu görmezden geleceğini sanmıyorum. Evvela kendimize fedakârlık, evvela kendimizle ilişkimiz… Mesele madem adil olmak, önce kendimize adil olalım. Adalet biz istemesek de daha büyük bir güç tarafından bizim için sağlanır. Biz ona adalet yakıştırmasını o an yapamasak da ileride bir gün mutlak suretle farkına varırız. Dönüşmeliyiz. Biz ve tüm ilişkilerimizdeki yanlış inanışlarımız. Bu süreç krizleri de beraberinde getirebilir. Araştırmacı kimliğimiz pik yapabilir. İçimize düşen kuşku ve şüpheyle belki sosyal medyadan belki bir telefon mesajından sağlam bir tokat yiyebilir, akabinde intikam ve öfke gibi durumlara yenik düşebiliriz. Pasif agresif her türlü tutumdan uzak kalmakta; nezaketimizden, barışçıl ve uzlaşmacı tarafımızdan ödün vermemekte fayda var.

Günlük hayatımızda aniden dâhiyane fikirler bulabilir ve aniden bir aydınlanma yaşayabiliriz. Algılarımız açık olacak. Ailevi konular ile alakalı birtakım iyileşme süreçleri, belki barışmalar ve karşı tarafı daha iyi anlamalar meydana gelebilir. Aile çok ulvi bir değer olmasına rağmen aile için bile olsa kendimizi kurban pozisyonuna düşürmemeliyiz. Bu süreç biraz üşengeçlik ve alınganlığa da gebe. Harekete geçecek enerjimizi doğru şekilde kullanmak bizim elimizde. Duygusal olarak olgunlaştığımız bir süreç. El âlem ile “Ben daha güçlüyüm.” savaşı vermek yerine gücümüzü kendi dönüşümümüz üzerine kullanmalıyız. Her türlü manipülasyona açığız. “Davranışlar kelimelerden daha çok konuşur.” mottosuyla ne söylendiği değil, ne yapıldığı önceliğimiz olmalı. Devam eden davalar, yurt dışı ve manevi konularda da birtakım tamamlanmalar yaşayabiliriz. Tutulma dönemi giderken son ince ayarlamalara koşulsuz teslim olmak şu dönemde yapılabilecek en iyi şey. Her bitişin beraberinde yeni bir başlangıcı getireceğini unutmamamız gerekiyor.

Sonuç olarak amacımız adil ve dengeli olmak. Bir uyum yakalayabilmek. Hak-hukuk konularını takıntı haline getirmeden, ne pahasına olursa olsun uyumlu olmaya çalışmadan, doğruyu yanlışı ayırt ederek, kendimizin de elinden tutarak yola devam etmeliyiz. Herkes için üzülerek, kendimize kalmayarak, varabilecek hiçbir yer kalmadığının en büyük şahidi biziz. Mevzu ilişkiyse evvela kendimizle ilişkimiz. Kini, intikamı, el âlemi dönüştürmeye çalışmayı, gizli kapaklı işler peşinde olmayı şöyle elimizin tersiyle kenara itelim. İlahi adaletin ve karmanın bu denli çalıştığı bir ortamda kendimize karma yaratmanın da âlemi yok.

Araladım kapıyı… Sesler, renkler, ışık, arkadaşlarım, sevdiklerim, bana inananlar, başardığımda alkışlayanlar, benimle ağlayanlar, düştüğümde tutanlar, hepsi, her şey kapının önündeydi. Arkamda devamlı talep edenler, isteyenler, kötü söyleyenler, kıskananlar, düşse de bir tekme de biz vursak diye bekleyenler, başaramazsın diyenler… Kafamı hafifçe arkaya çevirirken bavula sıkı sıkı kenetlenmiş parmaklarımın düğümü çözüldü. Bavuldan kurtulan elim bağımsızlığını ilan ederek yukarı uzandı. Elim birkaç defa sağa sola doğru sallanarak “Hoşça kalın.” derken kapıdan geçen ilk sağ ayağımdı…

Terazi dolunayı bir kapı getirecek önünüze…

Bir bitişin, yeni bir başlangıcı da peşinden getirebileceğine şahit olacağınız, istediğiniz renkte, hayalinizdeki heybette, aydınlık bir kapı. Kimsenin sizi anlamasına, bavullara dert anlatmaya çalışmaya gerek kalmadı. Size sadece cesur olmak ve adım atmak kaldı.

Her şey bu kadar hazırken, şu siyah ağır bavulları elimizden bırakmaya değmez mi? O aydınlığa, renklere, gerçek sevgiye o büyük adımı atmaya değmez mi?

Aşk ile...