Hayalimdeki Gerçek

Yazar

Zeynep Meriç

23. Sayı

Öyküler

Derin bir nefes alıp trenin kalkış düdüğüyle trene bindi. Çocuklar, gençler, yaşlılar… Herkes trenin penceresinden, kendilerini uğurlamaya gelenlere el sallıyordu. Yalnızca, pencereye bakmadan koltuklar arasında yürümeye devam etti. Biraz sonra bilet numarasını bir kez daha kontrol etti. Koltuğunu bulup oturdu. Dedesini hatırlayarak bismillah dedi. Yol uzun ama bu yolculuğa çıkmak zorundayım, kelimeleri fısıltıyla döküldü dudaklarından. Koltuğu cam kenarındaydı neyse ki.

Yerine oturduktan sonra bir süre etrafına bakındı. Trene binenleri dikkatle inceliyordu. Sevdiklerinden ayrıldığı için ağlayanlardan ilk defa böyle bir yolcuğa çıkacağı için heyecanlanan çocuklara kadar herkes vardı. Kendisinin yalnız olduğunu kabullenerek kulaklığını taktı ve en sevdiği şarkıyı açtı, “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece…” Sessizce şarkıyı mırıldanırken yanına altı-yedi yaşlarında ufak bir oğlan çocuğu ve annesi oturdu. Kafasını yavaşça eğerek selam verdi ve tekrar kafasını cama doğru çevirdi. Artık hareket etmeye hazırdı. Tren görevlisinin “Kalkıyoruz!” diye bağırışı duyuldu dinlediği şarkının arasından. Uzun zaman olmuştu yolculuk yapmayalı. Bir yandan özlediği için heyecanlıydı ama diğer yandan da içinde büyük bir acı vardı. Tam düşüncelere dalmak üzereyken kondüktör bilet kontrolüne geldi. Herkes sırayla biletini gösteriyordu. Yanındaki çocuk heyecanla kendisinin ve annesinin biletini kondüktöre uzattı, bilet kesildikten sonra geri aldı ve yanında taşıdığı ufak çantaya koydu. O sırada kendi küçüklüğü aklına geldi. Annesiyle ne zaman trene binseler, o da aynı heyecanla biletini gösterir sonra da çantasına koyardı. Tüm anılarını biriktirdiği bir kutusu vardı evde. İçtiği gazozların kapaklarını, ilk gittiği sinema filmi biletini, hatta gittiği yerlerden topladığı yaprakları bile saklardı. Ufak şeylerle mutlu olmayı bilirdi. Hiç öyle büyük hediyelerde gözü yoktu. Biri bir çikolata ya da sakız verse bile hemen sevinirdi.

Her perşembe ninesiyle evlerinin yakınındaki pazara giderdi. Küçük bir kasabada yaşadıkları için herkes herkesi tanırdı. Ninesi de köyün en yaşlılarından olduğu için selam vereni çoktu. Ninesiyle beraber gide gide onu da tanımışlardı artık. Ufaklık diye severdi herkes onu. Arada pazarcılardan ufak hediyeler de kapardı. Onları hemen eve gidip annesine gösterirdi, sonra da özenle kutusuna diğerlerinin yanına koyardı. Çok güzel bir çocukluk geçirmişti. Babasını küçük yaşta kaybettiği için ninesi, dedesi, teyzesi ve annesiyle yaşıyordu. Ailenin tek çocuğu olduğu için de üzerinde ayrı bir ilgi vardı. Babasının yokluğunu hiç hissettirmemişlerdi. Bir dediğini de iki etmezlerdi. Maddi durumları iyi olmamasına rağmen ellerinden geleni yaparlardı.

Annesi evlere temizliğe giderdi. Çoğu zaman da annesinin işleri diğer kasabalarda olduğu için trenle gitmeleri gerekirdi. Sabah erkenden kalkar, hazırlanır, el ele tutuşup tren garına giderlerdi. O zamanlarda da tıpkı şimdi olduğu gibi gardaki insanları seyretmeyi çok severdi. Herkesin ayrı bir koşuşturması olduğunu görmek onu çok mutlu ediyordu. Her zaman insanların hayatlarını çok merak eder ve acaba bir gün onlar gibi olabilir miyim diye düşünürdü. Yol boyunca da camdan dışarı bakar ve derin hayallere dalardı. Acaba burada yaşayanların nasıl bir hayatı var, neler yapıyorlar gibi sorular sorardı kendi kendine. Her zaman çok meraklı bir çocuk olmuştu. Bazen o kadar çok soru sorardı ki annesi yorulurdu cevap vermekten. Sonrasında da annesi hemen bir oyun bulurdu onu oyalamak için. Renk bulma, aklından bir sayı veya nesne tut gibi oyunlar türetirdi annesi. Böyle gide gele yolları ezberlemişti artık. Tren personelleri de onu tanır olmuştu. Ama büyüdükçe bazı şeyler değişmeye başladı. Sorumlulukları arttığı için annesiyle gitmiyordu artık. Okul, ödevler, sınavlar derken hayatın gerçekleriyle yüzleştikçe daha da zor oluyordu işler. Ninesi ve dedesi de vefat etmişti. Annesi ve teyzesiyle bir başına kalmışlardı. En sonunda o doğup büyüdüğü kasabadan ayrılma zamanı gelmişti. Çok çalışıp kazandığı üniversite için başka bir şehre gidecekti. İşte o zaman ilk defa o tren garından birileriyle vedalaşarak ayrılıyordu. Ayrılıklar her zaman zordur ama bu bir veda değildi, sık sık ziyaretlerine gelecekti ki nitekim öyle de oldu.

Maalesef ki bu kez çok farklı bir şey için gidiyordu kasabasına. Annesi de artık ninesi ve dedesinin yanına gitmişti. İçindeki acıyı tarif edemezdi. Nasıl olduysa trene bindiği gibi öyle derin bir düşe dalmıştı ki trenin düdüğüyle aniden uyandı, etrafına baktı. Yanında ne küçük çocuk ne de annesi oturuyordu. Ne olduğunu anlayamadı. Biraz düşündükten sonra yaşadığı bu garip olayın farkına vardı. Hayalinde kendisi ve annesini görmüştü. Öyle çok özlemişti ki o zamanları, bir an bile olsa gerçek olmasını istemişti. Şu anda nelerini vermezdi ki annesinin cenazesi yerine annesiyle beraber temizliğe gitmek için.