24. Sayı
Şiirhane
Yükseliş
Totaliter düzenin penceresinden bakıyorum
Renksiz rüyaların kaynadığı bu dipsiz kazana
Her zaman olduğu gibi
Yine avucumda hissettiğim yorgun bir kavram,
Bana sanrılar tarafından nasıl tüketildiğini anlatıyor
Bense keten parkelere gülümsemeye devam ediyorum
Gülümserken tanıdık bir kalp kokusu çarpıyor gözlerime
Ve dizlerim öz saygıma nahoş bir bıçak fırlatıyor
Nüks eden arterlerim geçmişi sayıklarken
Yabancı bir geniş zaman dostu zapt ediyor son kalan umudumu
Yetersizliğim ivmeleniyor ve serin sözlerim cinayete kurban gidiyor
Ansızın maziye taşınmış bir zaman yolcusu üflüyor kulaklarıma
Ve beni kazanın en vicdansız tarafına yolluyor
Önce mavi bir taşkınlık nemlendiriyor yüzümü
Sonra tatsızlıkla taçlandırılmış
Kristalimsi morluklar yakıyor nefesimi
Nihayet gözlerim kararıyor, derinlere bahşediliyorum.
Burada, pes etmekten aciz parmaklarla
Karanlığa hapsolmuş bir iyimserlik sıkıyor boğazımı,
Tetiklenmiş bir yeşillik tartıyor cesaretimi
Ve hiyerarşik desenler kaplıyor mahvolmuş her şeyi
Sıra çocukluğuma gelmeden
İnci katilleri yanaşıyor körfeze
Ve oksitlenmiş bir toprağa gömüyorlar beni
Fakat ölümsüzlüğü reddediyor,
Bütün gücümle filizleniyorum
Tek tek diriliyor, her bir yelkovanı akreplere devrediyorum
Ve işte
Çığlıkların eşliğinde bir kez daha gülümsüyorum
Baksanıza, bir ceset daha eksiliyorum
Biliş
Aldatılmış zihinler köyündeyim
Yaşamaya elverişli değil yazan bir tabela
Meydanda bir direğe asılmış dalgalanmakta
Nüfus öyle fazla değil, oldukça noksan
Fayans ustası tavşanın dediğine göre
Birkaç yıl önce bir katliam yaşanmış
Kimin yaptığı belirsiz
Fakat neden yaptığı belirli
Yine de sormaya çekiniyorum
Çünkü tavşanın gözlerinde hâlâ o uğultuyu görüyorum
O uğultunun yansımasında bir kuyu var
Kuyunun içindeyse kâğıttan bir bebek mezarlığı
Ama kuyunun içi sabahları boş görünüyor
Akşam olmadan da dolmuş oluyor
Çünkü açgözlü ahali sadece geceleri susuyor
Fakat diyetleri oldukça ilkel olsa da
Siyaset anlayışları oldukça çağdaş
Birbirlerinin kanlarıyla sık sık açık oturum yapıyorlar
Ama gerçeklikten pek anlamıyorlar
Sahtelikle ilgili her ne varsa dışlıyorlar
Bazen aralarına ben de katılıyorum
İlk olmasa da
Son taşı atmaktan hiç çekinmiyorum
Bu yüzden de hiçbir zaman doygun hissetmiyorum
Olsun, ben zaten aldatılmayı çok seviyorum
Belki de bunu söylememeliydim
Çünkü antik bir fısıltı duydu beni
Yarın köyden ayrılıyorum.
Terk ediş
Bu sefer vadeli bir yüzyılın sonlarındayım
On bir karışlık pamuktan bir kalasta,
Lambalara yapışmış ruhlara
Alaylı bir düşünür olmanın ne kadar
Kalaylı bir tadı olduğunu anlatıyorum
Onlarsa bana sarılığın beyazlığa olan dargınlığını resmediyor
Fakat gittikçe nefrete benzeyen bu resme daha fazla dayanamıyor,
Ayağa kalkıyorum.
Kalkmamla birlikte saydam bir volkan patlıyor
Ve çekirge yağmurları beni kumdan bir silüete dönüştürüyor
Artık özgürüm!
Artık yok olabilirim!
Demeye kalmıyor ve mineral zırhlı derimden yok oluşlar fışkırıyor
Son yok oluş da beni terk ettikten sonra
Gri cevherler kuşanmış bir süngerimsi beliriyor
Ve mermer kaplı mahkûmluğuma
Var olan her şeyin başlangıcını anlatıyor
Meğerse kötülük dediğimiz şey
Oltayı sallamaktan ibaretmiş
Herkesin bildiği sırlara erişmek için
Kibre yenik düşmek gerekmiş
Mercan ciğerli Meursault’ı duraksatansa
Bir çift tozlu dudağın ta kendisiymiş
Fark ediş
Artık ait olmadığım yerde,
Ait olduğum kişiyleyim
Çatal kaşık gösterisinin başlamasını bekliyorum
Tüm salon sessizlik içerisinde
Perdede böcek mi var?
Şşş! İşte başlıyor!
Peki oyuncular nerede?
Sus dedim!
Benim… benim gitmem lazım
Ne dediğini anlamıyorum
Antik… antik fısıltı
Hâlâ o merdivenleri düşünüyorsun değil mi
Sanırım biraz daha beklemeliydim
O zaman sana bir hediyem var
Gerçekten de gerçekti
Gözlerime bak
Arkama bakmalıydım
Bana bak!
Korkunç görünüyor
Artık anladın mı?
Bir daha asla
Emin misin?
Sadece son bir,
Son bir bekleyiş
Sahnede bekleniyorum
Başaracağını biliyorum.
Ve sonunda yorgunlukla bezenmiş saatler vecde geliyor,
İhanete sürüklenmiş hayaletlerle raks ediyorum
Seyrek kahkahalar atıyor en önde oturan güvercin
(Aptal şey seni)
Bir anda kanatlarım açılıyor ve son bir kez soluğumu dolduruyorum
Iraktan gelen cızırtılı bir ses, seni seviyorum
Ve bu ses beni ait olduğum yere,
Ait olmadığım kişiye,
Kabuklu yemiş diyarına sürgün ediyor
İlk ve son gerçekle tanışıyorum burada
Bana meşguliyet ikram ediyor şeffaf bir tabakta
Yutkunuyorum
Titrek bir çaresizlikle yudumluyorum
Fayans ustası tavşan fark ediyor bu değişimi
Ve benim için en iyi dileklerde bulunuyor
Bu sırada ucubeler bana sarılırken
Bal kovanlarıyla saldırıyor kayıkçılar
Fakat hiçbiri boynumdaki kan lekesini silemiyor
Çünkü hiçbiri omurumdaki kelebek kazımasını bilmiyor
Bilmiyorlar nasıl bir zeytin bataklığına düştüğümü
Ya da beni fırıncıların nasıl süründürdüğünü!
Nasıl bilsinler ki
Kozadan hiç ayrılmamış bir kusurluyum ben
Yine burada terbiyemi örüyorum
Görmüyor musunuz?
Ben ölüyorum:
Ben görüyorum, peki ya sen?