Ressam Burcu Perçin ile Röportaj

Yazar

Raf Dergi Ekibi

9. Sayı

Röportajlar

1. İlk sorumuz, bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Burcu Perçin?

1979 Ankara doğumluyum, dört yaşından beri İstanbul’da yaşıyorum, yaklaşık yirmi beş yıldır da Moda’dayım. Atölyem de evim de Moda’da.., burada çalışmalarımı sürdürüyorum. Sanata başlamak benim için çok küçük yaşta oldu. Önce bale ve müzik eğitimi aldım. Bu süreçte resme de ilgim vardı, orta sona geldiğimde Güzel Sanatlar Anadolu Lisesini duydum ve “ben resim okumalıyım” dedim. On dört on beş yaşında ressam olmaya karar verdim. Tamamen içsel bir yönelişti benimkisi. Örnek aldığım etkilendiğim ya da beni yönlendiren biri yoktu. Ama benim en büyük şansım ailem hep arkamdaydı. Ne yapmak istiyorsam bana destek oldular. Üniversiteyi Mimar Sinan Üniversitesi’nde okudum. Mezun olduktan sonra, 2003’te 6 aylığına New York’a gittim. Orada gördüklerim, duyduklarım, sanat ortamı beni çok etkiledi, daha sonra atölyemde çalışmalarıma motivasyonunu arttırdı.
Çocuklukta bale ve müziğe olan ilgim, hayatımda daha sonra spor, dans ve müzikle hep iç içe olmamı sağladı. Bununla birlikte kitap okumak, daha çok deneme yazıları özellikle sanat, felsefe ve psikoloji üzerine okumayı seviyorum. Ayrıca doğada olmak bana müthiş keyif veriyor. Zaten yaptığım işlerde de hep insanın doğayla olan ilişkisine yer veriyorum. Düzenli yürüyüş ve meditasyon yapmak da hayatımın bir parçası halinde. Ama asıl beni tanımlayacak elbette yaptığım iş, sanatım. Aslında bunu bir işten, bir meslekten de öte hayat biçimi olarak görüp yaşadığım için çok farklı hobilere ihtiyaç duymuyorum.

2. Sıra dışı bir tarzınız var. Bu tarzı oluştururken nasıl bir süreçten geçtiniz? Size göre bir sanatçı, özgünlüğe ulaşabilmesi için nasıl bir yol izlemeli?

Teşekkür ederim. Özgün olmak gerçekten sanatta çok önemli. Öte yandan, sıfırdan bambaşka bir şey yapmaktan söz edemeyiz. Bilimde de öyledir ya, bir şey bulunur ama bu hep daha önceki buluşların üzerine eklenir. Sanatta da bu böyle, sanat tarihine bakarız, oradan beslenir, referanslar alırız. Hatta resmi bu şekilde öğreniriz. İlk resim eğitim sürecinde dünya kadar eskiz kopyalar yapmışızdır, bir sürü farklı sanatçıdan öğrenmek adına... Kopya ede ede öğrenirsiniz. Ne kadar çok resimsel dili, gözü, algısı gelişirse, ne kadar çok çalışırsa, sanatçı sonrasında kendini bulur, özgünleşir. Bir yandan da tabii ki de bu kadar önemli bir sanat tarihi var, ustalar var. Onlara bakıp etkilenmiyoruz diyebilir miyiz? Tabii ki etkileniyoruz ama hiçbir zaman ben bir sanat eserine baktığımda eğer çok beğendiysem, gidip buna benzer bir şey ben de yapayım demedim. Ama şu olmuştur; “Çok iyi bu, ben bunun üzerine ne katabilirim, ben kendim bunu daha farklı şekilde nasıl ifade ederim?” Onun etrafında dolanmadan, oradan alacağımı alır önüme bakarım.

3. İlk kişisel serginizi 2005’te henüz sadece 25 yaşındayken açtınız. Bu başarının ardında nasıl bir çalışma yatıyor? Sanatla ilgilenenlere bununla ilgili olarak ne önerirsiniz?

Benim şanslarımdan biri küçük yaşta Güzel Sanatlar Lisesi’nde başlamış olmam. 15 yaşındayken özgür ve disiplinli bir eğitimin buluştuğu bir ortamdaydım. Orada öz disiplini sağladığım için üniversitede aynı şeyi devam ettim. Mezun olmadan önce çok özgün işler yaptığımız söylenemez, resmi öğreniyorsunuz, daha çok öğrenmek adına yapılan çalışmalar... Ama kendi atölyemi tutar tutmaz o disiplini aynı şekilde hiç durmaksızın sürdürdüm. Ve bence, genç yaşta sergi açmanın başarısı burada yatıyor. Aslında ne istediğini bildiğinde, heyecan duyduğunda bu disiplin de oluşuyor. Bir yandan fedakarlık yapıyorsunuz tabii. Mimar Sinan’dayken kantinde daha çok vakit geçirebilirdim ama onun yerine okulun atölyesinde, kütüphanesinde daha çok vakit geçirdim. Oraya gidip diğer sanatçılardan daha fazla ne öğrenebilirim diye çabalardım. O zamanlar internet yaygın olmadığı için kitaplardan bakarak öğreniyorduk. Bu sözlerimle yaşımı ele vermiş oldum. (Gülüyor) Biz bu şekilde çalışarak o bilinci edindik. Evet bazen motivasyonunuzun düşük olduğu anlar olabilir ama daha sonra yapabileceklerinize ve sonuca odaklandığınızda kendinizi motive edebiliyorsunuz. Ne olursa olsun ben sağlıklıysam çalışmamı engelleyecek bir durum yoksa atölyeye gidiyorum ve çalışıyorum, proje olsun olmasın. Zaten siz çalıştığınızda o projelerin ardı arkası kesilmiyor. Ben 2005’ten itibaren on kişisel sergi açtım, yurtiçi ve yurtdışında birçok fuar, karma sergiler içinde keyifle yer aldım. Umarım daha da güzel projeler sergiler yapacağız.

4. Sanatçı gözü nedir ve nasıl gelişir?

Sanat eğitiminde sanatçı gözü geliştirmek diye bir şey var. Eğitim alırken veya sanatın içindeyken gözünüz algınız gelişir.. Ama bir yandan da buna sadece göz gelişimi olarak bakarsak kısıtlamış oluruz. Çünkü mesela görme engelli iyi bir ressam var; Eşref Armağan. Görmeden bu kadar iyi resimler yapmak belki de gözün gelişiminden ziyade gönül gözüyle alakalıdır. Biraz sıra dışı oldu ama resmin olmazsa olmazı el ve göz olduğunu savunan düşünceyi kıran bir örnek bence.Fotoğraf benim gözümü çok geliştirdi. Zaten resimlerimin, eskizlerimin kaynağı oradan çıkıyor, kendi çektiğim fotoğraflardan... Bazen onları da işe dönüştürüyorum. Fotoğraf zaten tek başına bir sanat. Ressamım ama fotoğraf işler de yapıyorum. Fotoğraf çek-
tiğinizde çevrenizdeki her şeye daha farklı bakmaya başlıyorsunuz. Benim şu anki temam antik dünya üzerine. Fotoğraf çekmek için seyahat etmek bana çok şey kazandırıyor. Görsel algımı da geliştiriyor.

5. Bir önceki serinizdeki temaya yeni temanızda da yer vermeniz, bir nevi iki temayı bazı resimlerinizde bütünleştirmeniz ilgimizi çekiyor. (Beyaz mermer küpe “fill in the plant” serinizde de yer vermeniz gibi.) Bunu yapıyor olmanızın belirli bir nedeni var mı?

İlginç bir soru. Güzel bir farkındalık... Bunu fart etmeniz hoşuma gitti... Birkaç tema bir araya gelebiliyor çünkü temalar aslında birbirlerini doğuruyor. Sizin verdiğiniz örnekte, ‘’Dağların Sahibi Yoktur’’ serisini oluştururken, doğanın tahribatını ele alıyordum. Doğayı tahrip ediyoruz daha sonra yeşille bağımızı koparmamak için yeşili sanki bir dolgu malzemesi gibi şehrin içinde, otoyollarda, binaların çevresinde ya da toplu konutlarda bir pazarlama unsuru gibi kullanıyoruz. Bu çok ironik geliyor bana, önce yok edip sonra da ama ona da ihtiyacımız var diyoruz. Ne kadar uzaklaşırsak o kadar ihtiyacımız artıyor. Dolayısıyla bir önceki temadaki o mermerlerin bu seriye dahil olması bir yandan bana normal geliyor. Çünkü oradaki içerik beni bu noktaya çekti. Aynı şekilde şu an antik kentleri ele alırken mermerlerin tarihine gittiğimi düşünüyorum çünkü bir şekilde oradan görsel zenginlikten kopmak istemedim. Mermerlerin dokusu, formları, içindeki o zengin resimsel dil... Kültür, doğa, tarih ve yaşanan güncel meseleler... Hepsi bir arada olabiliyor ve resimlerimde de o imgelere birlikte yer verebiliyorum.

6. Resimlerinizdeki anlamın ve hissiyatın, sizin için ve ona bakanlar için farklı algılanması, size ne hissettiriyor? Sizce sanat zaten böyle bir şey midir?

Ben bundan genel olarak pek rahatsız olmamışımdır. Hatta hoşuma giden bir tarafı da vardır. Farklı şeyler duymak izleyiciden hoşuma gidiyor, benim hiç aklıma gelmeyen farklı şeyler görmeleri aslında heyecan verici. Özellikle soyut işlerimde bunu daha çok yaşıyorum. İnsanların farklı bakış açılarını ya da duygularını o anda yorumlaması bana keyif verir. Daha da keyif veren şey elbette sanata gerçekten ilgili, sergileri gezen takip eden iyi bir izleyici ile paylaşmak... Çünkü bir şekilde sizin yaptığınız işe daha çok kıymet veriyor, o noktaya nasıl geldiğinizle, o işlerin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili daha fazla fikri oluyor ve saygısı artıyor. Ama illa çok şey bilmesi eğitim alması anlamında değil, bence en önemli olan şey, o saygıyı ve samimiyeti, sanat sevgisini hissetmek. Yani onu hissettiğiniz zaman, isterse sizin yaptığınızdan bambaşka bir şey yorumlasın, hiç sorun olmuyor. Alttaki duygu gerçek bir sanatsever olması, yaptığımız işe ve sanatçıya saygı duyması önemli olan. Ben öyle düşünüyorum.

7. Türkiye şartlarında sanatsal alanlar meslekten ziyade hobi olarak görülüyor. “Elinde bir işin olsun da paranı kazan, yine resim yaparsın” algısı epey yaygın. Siz bir sanatçı olarak bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Maalesef böyle bir durum var. Türkiye’de özellikle çok fazla var. Her seferinde kendini anlatmaya çalışmak, bunun ciddi bir iş ve meslek olduğunu, geçici bir uğraş ve bir heves olmadığını ifade etmeye çalışmak biraz yorucu oluyor. Anlaşılmamanın verdiği bir hüzün de oluyor. Ama bunun bir şekilde değişeceğine inanıyoruz. Bu sizlerle birlikte de olacak, şu an röportaj yapıyoruz, yazılıyor çiziliyor. Basının ilgisinin burada önemli bir yeri var. Tabii devletin de sanatçının arkasında durması, desteklemesi gerekiyor. Onun dışında bunun bir hobi olarak görülmesini bırakın, bir mesleğin de ötesinde bir durum. Çünkü bu işin bir emekliliği yok. 90 yaşına da gelsen resim ve sanatın içinde oluyorsun. Örnek veriyorum Matisse 90 yaşında, elleri fırça tutmuyorken bile hala atölyesinde elişi kağıtları keserek inanılmaz güzel eserler çıkarıyordu. Bu gerçekten mesleğin de ötesinde bir durum, bir yaşam biçimi, büyük bir tutku ile hayatınızı adadığınız bir şey. Sanat yapmak, sanatçı olmakla ilgili benim bakış açım bu.

8. Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Sanata ilgi duysunlar, sanatın içinde olsunlar. Ama bir görev gibi değil. Ben eminim ki bir şekilde kendilerini o alanın içine dahil ettiklerinde, zaten vazgeçemeyecekler. Hepimizi besleyen bir şey... Kendinizi tanımanıza yardımcı oluyor. Güncel sorunlara, dünyaya, hayata farklı bakış açıları ile bakmanızı sağlıyor. Çünkü her bir eserde farklı bir sanatçının bakış açısı var ve onu görüp o dünyadan bakıyorsunuz. Sanat sınırları kaldırıyor. Dünyanın hele de böyle bir döneminde, doğanın yok edilişi bir yandan, virüsler hastalıklar bir yandan... Bunların hepsine ışık tutabilecek ortak güçlü bir dil. Daha da çok ihtiyacımız var. Ve gençlere tavsiyem, sevdikleri işi yapsınlar. O kadar önemli bir şey ki sevdiğin işi seçmiş olmak... Hayatta en çok zamanını geçirdiğin alan, bir şekilde hayatının merkezinde olan yaşam alanı. O yüzden kararsız bir durum yaşıyorlarsa, başkalarından duyduklarına değil özde ne istediklerine baksınlar. Gerçekten ne istediğini bilip net ve kararlı bir şekilde işini seçmek bu hayatta bence çok önemli. Çünkü en büyük mutluluk kaynaklarından biridir sevdiğin işi yapıyor olmak...