Yazar, Gezgin ve Edebiyat Ajanı Nazlı Gürkaş ile Röportaj

Yazar

Raf Dergi Ekibi

7. Sayı

Röportajlar

Okurlarımızın sizi daha yakından tanıyabilmesi için bize kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? Kimdir Nazlı Gürkaş?

Kırklareli’de doğdum, Bursa’da Uludağ Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği okudum. Yunanistan’da 1 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Gazetecilik ve İletişim üzerine yüksek lisansımı yapmak için İspanya’ya gittim. 2013’te Kalem Ajans’ta Edebiyat Ajanı olarak çalışmaya başladım ve 2019’un sonbahar aylarına kadar bu işi sürdürdüm. Dünyanın her yerinde telif hakları görüşmeleri yapmak için çeşitli kitap fuarlarına katıldım. Bu sırada bahsettiğim Yunanistan zamanlarımla ilgili seyahat-anı türünde “Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan”, isimli kitabım çıktı. 2013’ten beri İtalyanca, İspanyolca Portekizce gibi dillerden çocuk kitapları çevirileri yapıyorum. Bu yılın başında da ortağım ile birlikte Londra’da The Black Cat Agency’i kurduk. Dünyanın her yerinden çocuk kitaplarının çeşitli dillere çevrilmesi için çalışıyoruz.

Edebiyat ajanı olmayı bize tanımlayabilir misiniz? Mesleğiniz tam olarak nedir?

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok fazla bilinmeyen bir meslek edebiyat ajanlığı. Ben de tesadüfen keşfettim. Kalem ajansın sahibi Nermin Mollaoğlu’nun bir röportajını okumuştum. Aklımda sadece 2 şey kalmıştı; seyahat ediliyor ve bolca kitap okunuyor (Gülüyor). Bir edebiyat ajanı iyi kitapların peşinde koşar. Dilimize dünyanın her yerinden kitaplar çevriliyor, bu kitapları keşfedebilmek için biz dünyanın çeşitli yerlerine kitap fuarlarına gidiyoruz. Telif görüşmeleri yapılıp yayıncılar ve bizim gibi çalışan ajanlarla buluşuyoruz. Yeni çıkan kitapları, ülkelerindeki okuma trendlerini öğreniyoruz ve buna göre o kitapları kendi dilimize ya da başka dillere kazandırabilmek için çeviriler hazırlıyoruz. Örneğin Türkçe bir çocuk kitabını ele alalım, bunun Estonca’da, Rusça’da, İngilizce’de yayınlanabilmesi için öncelikle bir köprü çeviri yaptırılıyor. Biz bu konularda yayıncılara destek oluyoruz, çevirmen bulmalarına yardımcı oluyoruz. Ardından da telif görüşmeleri yaparak haklarını farklı bir ülkeye ve farklı bir dile satmaya çalışıyoruz. Bu şekilde kitaplar farklı dillerde dünyadaki kitap evlerini geziyor.

Sırt çantasıyla seyahat etmeyi hayatınızın bir parçası haline getirmişsiniz. Bu seyahatlerde sizi tatmin eden, sürekli seyahate çıkmayı teşvik eden şey nedir?

Ben sportif aktivitelerle seyahatlerimi birleştirmeyi çok seviyorum: 530 kilometrelik bir kültürel yürüyüş rotası olan Rilke yolunu sırt çantamla kamp yaparak yürümek gibi... Bu tarz aktiviteler beni zorladıkça, vücudumu belirli bir şey başarması için motive ettikçe çok mutlu oluyorum. Çünkü sürekli aynı yerde bulunmak benim karakterime uygun olmayan bir şey. Yerimde çok duramadığım için bu tarz fiziksel meydan okumalar beni gerçekten motive ediyor. Çünkü belki o sırada bir acı çekiyorsunuz ama sonunda o başarmışlık hissiyatının verdiği mutluluk bambaşka. Rilke yolunda Ağustos sıcağında 10 - 15 kiloluk çantanızla yollarda olmak gerçekten hiç kolay bir şey değil ve çoğu zaman kendime “Ben bunu neden yapıyorum?” diye sordum. “Evet bunu yapabilirsin, daha önce şunu başardın bunu başardın, elbette bunu da yapacaksın” deyip o meydan okumayı hep ileri götürmeye çalıştım. Beni de mutlu eden dinamik bu.

Bir dönem Selanik’te sürdürülebilir tarım okulunda Türk dili ve Kültürü öğretmenliği yaptınız. Bu dönemin hayatınıza kattığı güzel tecrübelerden bahsedebilir misiniz bize?

“Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan” kitabımı oradaki deneyimlerimden yola çıkarak yazdım. Bu kitap için o dönemin hayatıma kattığı en önemli şey diyebilirim. 1 yıl boyunca Yunanistan’ın çeşitli yerlerinden gelen öğrencilere sürdürülebilir tarım odaklı olan bir Amerikan okulunda İngilizce anlatımlı bir şekilde Türk Dili ve Kültürü öğretmenliği yaptım. Okul Selanik’in dışında büyük bir kampüse kuruluydu. Öğrencilerle birlikte tarım derslerine katılıyor, sebze meyve yetiştiriciliği yapıyor hem de onların seramik, dans gibi sanatla ve kültürle ilgili derslerine de katılıyorduk. Ayrıca dili yaşayarak öğrenmelerine faydalı olacak atölyeler düzenliyorduk. Ben Türkçe’yi birebir gramer dersi gibi öğretmemeyi tercih ettim. O yüzden sınıfa Türk kültürü odaklı şarkılar ve videolar götürüyordum. O dönemde şimdiki gibi Türk dizileri çok popülerdi, o dizilerden aşina oldukları bir Türk hayatı vardı, Türkiye ile ilgili akıllarındaki imaj o dizilerden ibaretti. Onların üzerinden yola çıkarak akıllarındaki o dizilerden ibaret olan Türk kültürüne dair fikirlerini değiştirdik. Ayrıca bu işi yaparken çok fazla seyahat etme imkânım da oldu. O dönemde dizilerden ötürü Türkçe çok popüler bir dildi. Çeşitli dil okullarında çalıştım ve kampüste özel ders verdim. Bu şekilde cep harçlığımı çıkarıp Yunanistan’ın çeşitli yerlerine seyahat ettim. Yunanistan’ın kırsal bölgelerinden olan çoğu öğrencim beni hafta sonları evlerine davet edip aileleri ile birlikte ağırlıyorlardı. Orada çok güzel deneyimler edindim. Aileler beni 2 gün boyunca içlerine alıyordu. Onlarla birlikte Türk dizileri izleyip, yemekler yiyorduk. Oradaki deneyimlerim böyle bir kitabın yolunu açtı.

Bir Akdeniz üçlemesi olacak olan serinin ilki “Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan” adlı bir kitabınızın yazılma sürecinden bahsedebilir misiniz?

Yazma sürecim aslında sadece oradaki yıla dayalı değil. Orada 2 yıl yaşadıktan sonra Türkiye’ye döndüğümde de Yunanistan’a seyahatlerim devam etti. Çünkü Yunanistan çok güzel bir ülke, iki binden fazla üzerinde hayat olan adası var. Keşfedilecek yeri hiç bitmiyor. Bu süreçte Yunanistan’da birçok arkadaşım da oldu, bu sayede oraya gidip gelmeye ve Yunanistan hakkında notlar almaya devam ettim. Ayrıca orada yaşadığım yıllara ait unutmak istemediğim detaylar, tuttuğum defterler de vardı. Bir noktadan sonra Yunanistan’a gidecek herkes bana bir şeyler danışmaya başlamıştı. Kendimi orası hakkında uzun uzun e-postalar yazarken buldum. Onları derlesem bile ortaya bir kitap çıkacak demeye başladım bir noktada, deniz kıyısında yaşama fırsatımın olduğu sakin bir dönemde, oturup bunu bir kitap haline dönüştürme kararı aldım ve “Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan” kitabımı bu şekilde yazmaya başladım. Serinin diğer kitapları İspanya ve İtalya olacak.

İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, İngilizce gibi dillerden Türkçe’ye çocuk kitapları çevirileri yapıyorsunuz. Bu dilleri öğrenirken çeviri amacıyla mı yola çıkmıştınız?

Öncelikle çeviri yapmak hiç aklımda yoktu. Edebiyat ajanlığına başladıktan sonra çeviri dünyasını daha yakından tanıdım ve hâlihazırda İtalyanca’dan, İspanyolca’dan kitaplar okumaya devam ediyordum. Sonra fark ettim ki o dilleri unutmamak ve geliştirmek için en iyi yöntem çeviri yapmak. Çeviri dünyasına bu şekilde adım attım. İyi bir çocuk kitabı okuruydum, çevirmenliğe de girince bu kitaplar hayatımda çok önemli bir yer kapladı. Kalem Ajans’ta 6 yıl çalıştıktan sonra, bu yılın başında Göksun Bayraktar ile birlikte The Black Cat Agency’i kurduk. İkimiz de telif hakları konusunda uzun yıllara dayanan bir deneyime sahip olduğumuz için hadi dedik odağımız illüstrasyon ve çocuk kitapları olsun. Böyle bir ajansla dünyadan dünyaya modelini kuralım istedik. Sadece Türkiye odaklı bir iş yapmıyoruz şu anda, ajansımızı Londra’da kurduk. Dünyanın her yerinden keşfettiğimiz güzel çocuk kitaplarını temsil ediyoruz Ve bu kitapların çeşitli dillere çevrilebilmesi için çalışıyoruz. Aynı zamanda illüstratörleri temsil ediyoruz. İllüstratörler ile yepyeni çocuk kitapları projeleri geliştiriyoruz.

Çocuk kitaplarının ülkemizde az yazılması ve genelde okutulanların çeviri olması hakkında düşünüyorsunuz?

 

Çocuk kitapları gittikçe gelişen bir alan aslında. Dediğiniz gibi önceden çeviri daha ağırlıklı iken artık yerel üretim baya arttı. Bu konuda hem bilinç hem heyecan ve istek giderek artıyor diye düşünüyorum. Ve yerel üretimin çok güzel bir seviyeye ulaştığını düşünüyorum. Tabii ki Türkiye’de yayıncılık piyasasında ekonomik bazı sorunlardan dolayı yavaşlamalar var. İşte kağıdın yurtdışından alınması, yayıncıların telifleri Euro ve Dolar üzerinden almakta zorlanması gibi. Ancak bunları bir kenara bıraktığımızda çok fazla yerli dosya var. Hatta çok yeni bir ajans olmamıza rağmen bize de oldukça fazla yerel dosya başvurusu geliyor.

Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Denemekten vazgeçmemek gerekiyor derim. Çok klişe ama: Sevdiğin şeyi bulabilmek sevmediğin birçok şeyi yapmaktan geçiyor. Kulağa çok hoş gelmese de sevmediğimiz birçok şeyle uğraştıktan sonra diyoruz ki: “Böyle bir hayat sürmek istemiyorum.” Dolayısıyla o sevmediğimiz şeyleri yapmak bizi sevdiğimiz şeye götürüyor. Hayaller kuruyoruz. O hayallerin peşinde azimli olmak gerçekten çok önemli. Ama azim ve hırsı da karıştırmamak gerekiyor. Çünkü bir hayale çok hırslı şekilde bağlandığımızda o hayalin bize çok iyi gelmediğini fark etsek de körü körüne o yolda gidebiliyoruz. Buna benim gazetecilik hayalimi örnek olarak verebilirim. Gazeteciliğin yapılabileceği bir dönem değildi ya da en azından denediğim dönem benim hayat dinamiklerime uygun değildi. Gazeteci olmayı çok istememe rağmen karşıma edebiyat ajanlığı gibi beni çok iyi yansıttığını düşündüğüm bir meslek çıktı. Üzülsem de gazetecilikten vazgeçtim ve hayat beni sevdiğim başka bir hikâyenin içine götürdü. O zaman diyorum ki ben o hayalimi serbest bırakmayı bilmişim. Gazetecilik hayalimi serbest bırakmayı bilmeseydim şu anda sahip olmaktan çok mutlu olduğum hayat benim önüme koyulmayacaktı. O yüzden bazı hayalleri de serbest bırakabilmeyi öğrenmek gerekiyor.