“Gülizar” Filmi Yönetmeni Belkıs Bayrak ile Röportaj!

Yazar

Hüseyin Çakır

32. Sayı

Röportajlar

Toronto’da dünya prömiyerini yapan “Gülizar” filminin yönetmeni Belkıs Bayrak ile ilk gösterim sonrası buluştuk. Kendisinin ilk uzun metraj filmi Gülizar’ı, önceki iki kısa filmini, gelecek projelerini ve festival ortamı üzerine film editörümüz Hüseyin Çakır ile birlikte keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. 

Merhabalar, öncelikle Kanada’ya hoşgeldiniz bunca yoğunluğunuzun arasında bize zaman ayrıdığınız için teşekkür ederiz. İlk uzun metraj filminiz ile dünyanın en prestijli film festivallerinden olan Toronto’da dünya prömiyeri yapmak Gülizar’ın hikayesini anlatmaya Kanada seyiricisiyle başlamak nasıl bir duygu, biraz bundan bahseder misiniz?

Kanada’ya ilk kez geldim. Ancak festivalin köklü ve dünyadaki en geniş katılımlı festivallerden biri olduğunu biliyordum. Bu beni rahatlatmıştı. Filmin gösteriminden sonra da kendimi çok iyi hissettim. İzleyiciyle bağ kurmak önemli, ve bunu başardığım için çok mutluyum. Güzel bir deneyim oldu benim için.

Peki film gösterimi sonrası seyircilerden gelen geri dönüşler nasıl oldu, Türk seyircilerden nasıl yorumlar aldınız?

İzleyici tepkilerini iki şekilde tahmin ediyordum ve öyle de oldu. Bir grup, filmdeki kararların motivasyonları gibi detayları anlamaya çalışarak sorular sordu. Diğer grup ise hiçbir şey sormadı; bazıları gözleri dolmuş şekilde, bazıları ise hala filmin etkisindeydi. Bu nedenle uzun bir diyalog kuramasak da oldukça güçlü bir iletişimimiz oldu. Özetle, geri dönüşler çok güzeldi.
 

2018’de Apartman filmiyle ilk yönetmenlik deneyiminizi yaşadınız. Ardından 2021’de, adınızı daha geniş kitlelere duyurduğunuz Cemile adlı kısa filminizle Dublin gibi prestijli bir festivalde dünya prömiyerinizi gerçekleştirdiniz. Film, İstanbul ve Akbank Kısa Film Festivali gibi önemli festivallerde de gösterildi. Şimdi ise ilk uzun metraj filminiz Gülizar ile Toronto’dasınız. İlginç bir şekilde, bu üç filmi de üçer yıllık aralıklarla izleme fırsatı bulduk. Gülizar’ın hikayesi kafanızda ilk ne zaman şekillenmeye başladı?

Apartman ve Cemile filmlerini İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Yüksek Lisans eğitimim sırasında çektim. O dönemde senaryo dersleri aldığım Ökten hocam, mezuniyetimden sonra bana bir hikayesinin olduğunu söyledi. Ancak, bu hikayeyi benim yazmam ve çekmem şartıyla bana emanet etmek istediğini belirtti. Bu teklif beni çok mutlu etti ve hemen kabul ettim. 

Pandemi ve diğer süreçlerle birlikte, hikaye üzerinde yazar olarak çalışmaya başladım. Zamanla hikaye, ilk halinden çok farklı bir şekle büründü. Film, iki ülke arasında geçen bir hikayeyi anlatıyor ve bunu en mümkün hale nasıl getirebileceğim üzerine yoğunlaştım. Gönlümdeki gibi bir senaryoya ulaşmak için büyük bir mesai harcadım ve bu süreçte birçok radikal karar alarak senaryoyu tamamladım.
 

Cemile filminde de bir kadın hikayesi anlatılıyor, Gülizar’da da benzer şekilde bir kadın hikayesi var. Aralarında bir ilişki bulunuyor mu? Cemile’yi yaparken, ileride bu hikayenin uzun metraj halini çekmeyi düşünmüş müydünüz?

Düşünmedim, çünkü aslında çok farklı motivasyonlarım vardı. Cemile'deki motivasyonum, tam o yaşlarda kendi platonik duygusuyla mücadele eden ve en önemlisi genç başörtülü bir karakterin perdede yer almasıydı. Ancak tabii ki filmi yaparken böyle bir hedefim yoktu. Çocukluğumdan hatırladığım bir hikaye bir şekilde karşıma çıkınca ve sonra ondan zihnen kurtulamayınca, böyle bir süreç başladı. İlk başta aklınıza bir hikaye gelir ve "eyvah, geçer ya gider" dersiniz, fakat o hikaye 10 ay boyunca zihninizde kaldığında, sonunda "herhalde bunun bir şeye dönüşmesi gerekecek" diyorsunuz. Sonra oturup, o hikayeyi filme dönüştürüyorsunuz. Tabii, oradaki karakter seçiminde bahsettiğim temalar da etkiliydi. Yüksek lisans eğitimim, o dönemdeki temsiller ve kendinizi perdede görmediğinizde aldığınız sinema eğitimi, çok tuhaf bir şeye dönüşüyor.
 

Görüntü yönetmenliği koltuğunda geçen yıllarda Kuru Otlar Üstüne, Hayat, Kalandar Soğuğu gibi önemli filmlerde çalışan Kürşat Üresin’i görüyoruz. Önceki kısa filminiz Cemile’de de kendisiyle beraber çalışmıştınız. Belki de bu yüzden Gülizar filminde de çok iyi bir sinematografi izliyoruz. Kendisiyle çalışmak nasıl bir tecrübeydi, sonuçtan sizlerin de memnun kaldığınızı düşünüyorum.

Yüksek lisans tezimi Kalandar Soğuğu ve Ayna filmleri üzerine yazdım, özellikle Tarkovsky'nin Ayna filmi üzerine. Kalandar Soğuğu o dönemde çok sevdiğim ve bana ilham veren bir filmdi, sinematografisini çok güçlü buluyordum. Sonrasında bir yönetmen arkadaşımız vesilesiyle Kürşat Üresin’le tanıştık. O dönemde Türkiye’deki bütün filmlerimde onunla çalışmak istediğimi söyledim. Ben bunu söylediğimde, diğer yönetmenlerle henüz çalışılmamıştı, altını özellikle çiziyorum (gülüşmeler). Mustafa Kara ile çalışmıştı, biz Apartman’ı 2017’de çektik, sonra 2019 - 2020’de Cemile’yi çektik. Her filmde çok uzun bir süreç geçiriyoruz. Sinemaya çok benzer bir açıdan baktığımızı düşünüyorum. Bir yönetmen için bu çok kıymetli çünkü kafamızdaki düşünceleri birçok kişiye aktarmamız gerekiyor, bu çok doğal, işin bir parçası ama bazen bunun daha hızlı ilerlediğini görmek özellikle artistik alanda kritik kişiler adına görüntü yönetmenliği açısından çok önemli. Genelde şöyle bir iletişimimiz oluyor: Cemile’nin setinden çıktığımızda Gülizar’ı konuşmaya başlamıştık, Gülizar’ın setinden çıktığımızda da yeni filmi konuşmaya başladık. Bu yüzden aslında bizim bir yolculuğumuz var, bir yol arkadaşlığımız. Profesyonel anlamda bir projede çekimlere belli bir zaman kala biriyle çalışmaktan çok, biz uzun uzun o filmin dünyası ve ruhu üzerine sohbet ediyoruz. Bu ortak dilin de meyvesini her filmimizde gönlümüze göre alıyoruz. Kürşat’ın fotoğrafçılık geçmişinden gelmiş olması, kurmaca filmlerinin yanı sıra belgesel de çalışıyor olması ve sinemaya bakış açısının farklı olması çok kıymetli. Onun tercihlerini kendi sinemama çok yakın buluyorum. Bu yüzden de çok güzel bir yolculuğumuz var ve devamı olacak.

Umarım bir sonraki filmde de bu güzel birlikteliğinizi yine görürüz.

Biz sonraki proje adına çok heyecanlıyız, onu söyleyebilirim. Sadece biraz zamana ihtiyacımız var.
 

Ülkemizde ve dünyada kadına şiddet vakalarında büyük bir artış olduğu şu zamanlarda Gülizar’ın hikayesini ve yaşadıklarını seyirciyle paylaşmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Siz bu hikayeyi anlatırken yaşananlardan veya toplumumuzdan etkilendiniz mi?

Bir yerde kendinizi mecbur hissediyorsunuz. Bu konuda, dünyada veya ülkemizde çokça çekilen filmler olsa da, benim özellikle bu filmde dikkat etmeye çalıştığım şey, kadına kurban ya da suçlu rolü biçmeden, sadece başına gelmiş bir meseleyle kendi karakterinin ve psikolojisinin el verdiği ölçüde nasıl mücadele ettiğini göstermekti. Çünkü bu hikaye farklı bir şekilde de anlatılabilir; sayısız yol varken, kadınların böyle durumlarda konuşamama halini, bu halin sebeplerini görmek istedim. İnsanların buna empati kurabilmesini, ya da kuramıyorsa en azından bir farkındalık oluşmasını amaçladım. Bu konuda, elbette bir kadın olarak bir sorumluluk hissediyorum.
 

Son olarak, film Türkiye prömiyerini Ekim ayında jüri başkanlığını Ferzan Özpetek’in üstleneceği Antalya Film Festivali’nde yapacak. Ümit Ünal gibi birçok önemli yönetmenin de yer aldığı bir seçkide yarışmak nasıl bir duygu, heyecanlı mısınız?

Heyecanlıyım, film Türkiye’de izleyicilerle kavuşacağı için. Antalya Film Festivali gibi Türkiye’nin en köklü film festivalinde yer alacak olması da ayrıca heyecan verici. Sevdiğim yönetmenler, işlerini merak ettiğim yönetmenler ve muhtemelen yarışma sırasında da tanışacağım yönetmenler olacak o anlamda festivalleri çok seviyorum. Filmin yarışma duygusundan ziyade orada kurulan dostlukları. Yanlış hatırlamıyorsam Abbas Kiyarüstemi’nin bir sözü vardır; “Benim için festival demek dostlarla bir araya gelip sohbet etmek demektir.” Ben biraz festivallere öyle bakmayı seviyorum, o anlamda heyecanlıyım.

“Gülizar” filminin yolu açık olsun, bu değerli röportaj için sizlere teşekkür ederiz.