Değerlerimizin kökten değiştiği, sevginin anlamını yarara ve çıkara bıraktığı,konuşurken defalarca düşünülüp yanlış lanse edilmemek için ince eleyip, popüler kültüre ayak uydurarak “Ben de sizdenim.” dediğimiz dönemdeyiz .Toplum tarafından ötekileştirilmemek için sustuğumuz ve şikayetçi olduğumuz durumu eylemle protesto edemediğimiz bir dönemi yaşamış ve yaşamakta olduğumuz için bahtsız ve ümitsiz jenerasyonun en önde nefer tutanlarındanım, tutanlarındanız.
Yetiştirilip hayata hazırlandığımız, pişmemiş, görmemiş, gelişmemiş ve taze fikirlerle anlamaya ve empati kurmaya yetmeyen minik bedenlerimiz, dalıp duraklayıp gördüğümüz düşlerimiz başkaydı. Okuyup büyük adam olacak, o kitaplıkta severek sergilediğimiz kırmızı metal oyuncağı bile alacaktık. Barbie’lerimiz kadar şık, güzel, bakımlı ve mutlu olacaktık. Sanatla ilgilenecektik. TRT’de şaheser yaratan adam kadar yetenekli, tek parmağıyla bir bacağının üzerinde dönen ve dönerken etrafına ışık saçan sanat, emek, alınteri ve başarı saçan dansçılar kadar özgür olacaktık. Yetişme çağındayken televizyondaki gençlik dizilerinde gördüğümüz o renkli gösterilen hayatı yaşamak için sabırsızlanırdık, o tatlı kaçamakların heyecanını yaşımızdan önce tatmak isterdik.
Yoksa yaşının üzerinde giyinmeler, karşı çıkmalar ve ses yükseltmeler özenilen bu ışıltılı hayata çabuk geçmek için miydi? Üniversite amfilerinde yüksek sesle ve özgürce konuşacaktık siyasetten. Kulağımız çekilmeden ve soğuğu hissetmeden... Bir proje yapacaktık mesela; herkesin memnuniyetle karşıladığı ve gülümsediği, sevdiklerimiz tarafından alkış toplayan bir proje... Atatürk’ün bıraktığı mirası ileriye taşıyacaktık. En az 2 dil bilecektik hani... Dostlarımızla filmlerdeki gibi maceralar yaşayacaktık. Sonra... Sonra mı? Hayatımızın aşkını bulup, standart yaşam evrelerini tamamlayıp bu yaşama mutlu veda edecektik. Saniyeler gözümüzün önünden geçerken... Vay be! Ne güzel yaşadım ve yaşattım, mutlu oldum ve mutlu ettim, sevdim ve sevildim, bu dünyaya bir ağaç bıraktım. Ağladım, düştüm ama güzel insandım. Güzel insanlar yetiştirdim. “Güzel dost oldum, o en sevdiğim şarkı bitene kadar yolumu defalarca uzattım.” demiş olacaktım. Sahi, şu an bulunduğumuz yerden memnun muyuz? Yapabildik mi, yapabilecek miyiz?
Gözümüzü dünyaya son kez kapattığımızda kefede ne ağır basacak? Yaptıklarımız mı, yapamadıklarımız mı? Sevildiğimizden emin olarak göçmek mi, kırgınlıklar mı? Peki, ya yaşam koşuşturmacasındaki kendimizi unutuşlarımız?
Yapabildik mi karşı çıkmaları? Masaya yumruğu vurabildik mi tersliklerde? Hayatımıza yön verebildik mi? Hayalini kurduğumuz o karavanla yola çıkabildik mi? Patronumuza rest çekecek kadar özgür müyüz? İstediğimiz şeyleri alırken kaç kez düşünüyoruz? Sokakta son kez oyun oynadığın tarihi hatırlıyor musun? Ben de öyle... Ben de en son omzuma ne ara bu kadar yük bindi, ben ne zaman büyüdüm ve ne zamandan beri bu sıradan düzene dahilim? Bilmiyorum. Peki, 21. yüzyılda aşık olmak, sayın okur? İnsanlar sahi mi? Aşk diye bağıran aşıklar? Afişe edilmiş mutluluk pozları? Neyin bedelini ödettikten sonra avaz avaz bağırıyor sosyal medyada aşık? Ve belki de bu koşuşturmacada hiçbirine rastlamayanlar... En sahi onlar sanırım. Bir ömür tükettiğimizde bu döneme denk geldiğimiz için mi hayıflanacağız? Yoksa hayalimizdeki insan olamadığımız için mi? Gerçekten severler mi birileri bizi, o eski filmlerdeki gibi bir ekmek bir suya tamah edebilecek yüreklilikle? Sırtımıza 3. ve 4. kanatları takacak kadar? Her sevişinde ve her öpüşünde yerden yükseltecek kadar, güveniyle dağ yaratacak kadar? Aç ve susuz kalmış çöldeki seyyah kadar muhtacız sevgiye. Kızgınlığımız, kinimiz, eksikliğimiz ve doyumsuzluğumuz bundan değil mi? İnsan, galiba yetişkinliğe ulaştığında en çok o zaman insan oluyor; gerçek bir insan, her tavrıyla ve her hâliyle. İnsanların hayatına ekonominin yön verdiği bu acımasız dönemde, insan kalmaya ve tutunduğumuz yerden düşmemeye, ölmeden bir kez aşık olmaya, o lezzetli restoranlara bir kez de olsa gittim ve yedim diyebilmek için patronumuz ne derse evet demeye mecbur olduğumuz ve burnumuzdan soluduğumuz nefese paranın karar verdiği bu bahtsız dönemde yanlışlara karşı ne kadar aykırıyız? Bana ne kadar mutlu olduğunu, kimden vazgeçemeyeceğini ve ne için daha çok çalışacağını söyleyebilir misin sevgili okurum? Tahammülsüzlüğümüzü, mutsuzluğumuzu, boyun eğişimizi ve kendimizden ödün verip başkalaşmamızı sevgi onarsın. Sen, sen ol 21. yüzyılda insan olma. 21. Yüzyılda İnsan Olmak