3. Sayı
Gezi Yazıları
Bundan 8 sene önce, sene 2012 o zamanlar…
17 yaşındayım. Herkese göre ağzımın süt koktuğu bir zaman diliminde, hayatımın dö-nüm noktasına hazırlanıyorum; Gine’ye...
Gine’yi ilk duyduğumda varlığından o kadar habersizdim ki, “Kıbrıs-Girne” olarak anladım. Bir de Google’a yazdığımda; flaş flaş flaş “ÖLÜM ORANLARININ EN YOĞUN OLDUĞU ÜLKE, SU YOK, ELEKTRİK YOK, GIDA YOK” gibi başlıklarla karşılanmıştım. Anlatılanlar, yol biraz uzun, Türkiye’den direk uçuş yok, elektrik su sıkıntısı var şeklinde olunca tekrar bi teyit etmek istemiştim de... Meğersem bahsedilen yer, sonraları gözümün nuru olacak Gine Conakry imiş.
Girip ülke fotoğraflarına bakınca, insanının karasına, sarı taksilerine, yolunun kırmızı toprağına, vuruluyor insan. Batı Afrika’da bulunan bu güzel ülke Gine, Senegal ve Mali’ye komşu. Tabii okyanusa sıfır oluşunun da içimi kelebeklerle doldurduğunu hatırlıyorum. Hele bir de o yeşili... Hangi tondan isterseniz mevcut, en güzelinden en güründen bitkileri var. İnsanları ise senin beyazlığına hayran, sana kendini Hollywood’da gibi hissettiriyor. Sen bir adım gidiyorsun onlar ise koşarak geliyor. Yoksulluğun getirmiş olduğu olumsuzluklarla kendilerini yıpratmaktan ziyade, bu olumsuzluklarla birbirlerine olansamimiyet ve bağlarını kuvvetlendirip kenetleniyorlar.
Aslında Afrika ülkeleri için duymaya alıştığımız “sömürge ülkeleri “ söylemine ek olarak bir de “denek ülkeler” denilebilir. Afrika dışında yaşamış biri oralara gittiğinde, bunu yaşarken daha iyi anlıyor. Deneme ilaçlar, deneme ürünler, 10. kalite gıdalar... Bir ice tea alıyorsunuz, normalden 2 kat pahalı ama sadece şekerli su... Bebek bezi alan insanlardan görürdüm alttan iç çamaşırı giydirirlerdi bebeklerin popoları pişik olmasın diye. Afrikalıların çoğu hayat bu zannederken bizler bu sömürge ve bilmem kaçıncı sınıf vatandaş muamelesi görmenin hüznünü aktif yaşadık hep. Bu konuya giriş yapmama sebep olan EBOLA hastalığına değinmeden geçemeyeceğim. Kendi içinde bu kadar sığ yaşayan bir ülkeye baktığınızda, dışardan hastalığın gelmesi bile çok zor iken, bir gün uyandık ve bir maymundan geçtiği söylenen EBOLA illeti heryeri sarmıştı... Tüm ülkelerin Gine’ye kapılarını kapatıp uçakları iptal edişini ve hiçbir yardım elinin uzanmamasını hatırlıyorum. Ne kadar ailem destek olsa ve maddi sıkıntı çekmesem de, o an ki terk edilmişlik hissi daha yeni yeni siliniyor hafizamdan. Halbuki Afrika insanı anne karnından bu hisse aşina doğuyor.. EBOLA’nın daha sonraları laboratuvar hastalığı olduğu ka-nıtlandığında bizleri deneme tahtası olarak kullandıkları için öfkemi bastıramadım.. Fakat hiçbir gün Gine halkından bu yaklaşımı görmedim. Çünkü onlar o kadar kaybeden bir milletti ki, artık kayıplarına üzülmeyi bırakıp kurtulanların şükrüne yoğunlaşmışlardı. Demem o ki tenlerinin karası, dişlerinin beyazı çok şey öğretti bana... Hep derlerdi aklın nerdeydi Gine’ye giderken diye... Aklım şimdikinden daha çok başımdaydı. Çünkü saf sevgi, samimiyet, iyi niyet ve mutluluğun; saf bir kalpte, samimi bir gülümsemede olduğunu öğrendim. Cebindeki tomarla paranın 25 kuruşluk bi çubuk krakeri bile alamayacak kadar ehemmiyetsiz oluşunu öğrendim. Meğer gecelerimizi aydınlatan lamba değil de güzel dostlar ve samimi sohbetlermiş. Manevi hazlar maddi hazların önüne geçeli Ginelilerde ve bende çok oldu. Şuan beşinci ülkemde sekizinci senemi yaşarken, hiçbir yerin Gine’nin öğrettikleri kadar verimli olmadığını görüyorum; sadece Gine’de öğrendiklerimi pekiştirdiler.
Özetle Gine, benim gözümde, yaşadığım şu ömürdeki en verimli 4 sene. İkinci vatanım dediğim Gine’ye kavuşmak, gelecek hedeflerim arasında.