Okuma süresi 3 dk

“Rüzgârlı Şehir” Chicago

Yazar

Süveyda Güleç

33. Sayı

Gezi Yazıları

Buraya "Rüzgârlı Şehir" lakabını takanların hakkını vermek gerekir. Yaz sonunda taşındığımda, bu ismin nereden geldiğini bizzat deneyimlemiş oldum. Michigan Gölü’nden esen sert rüzgârlar, Downtown’daki gökdelenlerin arasında bir koridor oluşturup sokaklarda yürürken insanı adeta içine çeken güçlü bir akıntıya dönüşüyor. Şehirde sürekli gölden esen hafifi rüzgarlarla oradan oraya sallanana ağaçlara denk gelebilirsiniz. 

Gelelim şehrin kendisin. Chicago’nun mahalleleri düzenli bir şekilde bölünmüş olsa da, daha önce buraya yaptığım birkaç ziyarette yalnızca belli başlı birkaç yeri görmüştüm. Belki de şehri erken yargılamıştım. Burası, müziğin, sanatın, tarihin ve mimarinin nesiller boyu yükseldiği bir şehir. Kültürel açıdan bakıldığında, Amerika’nın en renkli şehirlerinden biri olan Chicago, cazın doğduğu sokaklardan çağdaş sanat galerilerine, gökyüzüne uzanan mimarisinden tiyatro sahnelerine kadar her köşesinde kendine özgü bir ruh taşıyor.

Blues ve caz burada yalnızca bir müzik türü değil, şehrin nabzını tutan birer miras adeta. 20. yüzyılın başlarında, Güney’den göç eden siyahi müzisyenler Chicago’yu yeni bir caz merkezi haline getirmiş. Bugün hâlâ gece kulüplerinde, metro istasyonlarında ya da sokak köşelerinde yükselen bir saksafon sesi duymak mümkün. Özellikle South Side’daki eski caz kulüpleri, geçmişin ruhunu bugüne taşıyan birer zaman kapsülü gibi. Bu şehirde müzik, sadece dinlenen bir şey değil; kaldırımlarda yürürken, bir kafede otururken ya da göl kenarında dalgalara bakarken hayatın içine karışan, sizi farkında olmadan içine çeken bir atmosfer yaratıyor.

Ama Chicago’nun kültürel dokusu sadece müzikle sınırlı değil. Burası aynı zamanda devasa müzeleri, sokak sanatına hayat veren duvar resimleri ve bağımsız sanat galerileriyle yaşayan bir sanat sahnesine sahip. The Art Institute of Chicago’da Monet’nin nilüferleriyle karşılaşabilir, bir sokak köşesinde Banksy’nin izlerini görebilir ya da Pilsen’de, göçmen hikâyelerini anlatan rengârenk duvar resimlerinin arasında kaybolabilirsiniz. Şehir, sanatın sadece müzelerde ya da galerilerde sergilenen bir şey olmadığını, hayatın tam ortasında, insanların günlük yaşamına dokunan bir ifade biçimi olduğunu hissettiriyor.

Şehir aynı zamanda modern mimarinin en iddialı eserlerine ev sahipliği yapıyor. Büyük Chicago Yangını’ndan sonra küllerinden doğan bu kent, dünyadaki ilk gökdelenin inşa edildiği yer olarak tarihe geçmiş. Bugün, gökdelenlerin arasından süzülen ışıklar, gün batımında Michigan Gölü’ne yansıyarak şehre büyüleyici bir atmosfer katıyor. The Loop’taki devasa yapılar, nehir kıyısında sıralanan modern cam binalarla geçmişin ve geleceğin yan yana durduğu bir manzara sunuyor. Chicago mimarisi, yalnızca şehre şekil veren binalardan ibaret değil; aynı zamanda burada yaşayan insanların bakış açısını da şekillendiren bir estetik anlayışı taşıyor.

Şehrin ritmini anlamak için sadece müzelerini, konser salonlarını ya da mimarisini görmek yetmiyor tabi.  Asıl ruhu, sokaklarında yürüdüğünüzde, bir kafede oturup insanları izlediğinizde, göl kıyısında bir bankta oturup suyun ufka karıştığı o çizgiyi seyrettiğinizde hissedebilirsiniz.