25. Sayı
Gezi Yazıları
Amsterdam, kalbimi çalan şehir, her köşesi ayrı bir hikâye fısıldıyor kulaklarıma. Rengârenk evleri, göz alıcı kanalları, tarihle iç içe sokaklarıyla Avrupa'nın özgür ruhlu asi çocuğu. Trenden indiğimde kendimi şehrin orta yerinde buluyorum. Tarihî tren garı tüm ihtişamıyla karşılıyor beni. Biraz sonra hafif bir yağmur başlıyor ancak kimsenin umurunda olmuyor. Bisikletiyle kırmızı ışıkta bekleyenlerin oluşturduğu uzun kuyruk sağımda, mavili kırmızılı grili evler solumda kalıyor. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar kanalların kıvrımları boyunca kesişiyor. Suyun akışını takip eden sıra sıra evlerin cepheleri, yavaş yavaş yeşilden sarıya dönen ağaçların yapraklarında bir ressamın sonbahar paletindeki renkleri tüm şehri ele geçirmiş buluyorum. Her evin kendine has mimarisi, pencerelerindeki çiçekler, kapı önlerindeki bisikletler selamlıyor beni. Bazen bir pencereden sızan piyano melodisi, bazen bir köprüden geçen bisiklet zilinin sesi kulaklarıma doluyor. Siyah-beyaz filmimi kamerama yerleştirip bu eşsiz şehri fotoğraflamaya başlıyorum.
Yağmur damlalarının su yüzeyinde oluşturduğu halkalar, şehrin müziğine eşlik etmeye devam ediyor. Küçük kafelerden yükselen kahve kokusu, hafif ıslanmış taş döşemelerden gelen toprak kokusuyla birleşiyor. Yağmur, Amsterdam'ın eskiyen yüzeylerine, yosun tutmuş duvarlarına hayat veriyor. Sanat galerileri, antikacı dükkânları, ikinci elciler, tasarım butikleri başka şehirlerde rastlaması güç bir çeşitlilik sunuyor. Van Gogh'un yürüdüğü caddeler onun ruhunun esintisini barındırıyor âdeta. Amsterdam'ın sanata ilham olan yanı, bu sokaklarda kendini gösteriyor; her sanat eseri, her vitrin düzenlemesi birer hikâye anlatıyor.
Karanlık çökmeye başladığında restoranlar, lokantalar ve barlar canlı ışıkları ve sıcak atmosferleri ile insanları içine çekmeye başlıyor. Hareketli Leidseplein veya Rembrandtplein Meydanları, yerlilerin ve turistlerin buluşma noktası. Burada, Amsterdam'ın gençleri ve her daim genç kalanları, canlı müzikler eşliğinde, neşeyle dans ediyor, yiyor, içiyor, eğleniyor, şarkı söylüyorlar. Gece olunca, Amsterdam başka bir yüze bürünüyor. Canlılık hiç dinmiyor; sokaklar, meydanlar, kafeler ve barlar şehrin enerjisiyle dolup taşıyor. Jazz kulüplerinin sıcak melodileri, gece kulüplerinden yükselen elektronik müzik ritimleri, sokak sanatçılarının serenatları şehrin dokusuna işliyor.
Gece geç saatlere kadar süren bir keşif sonrası, şehrin sessizleştiği nadir anlarda, Amsterdam'la baş başa kalıyorum. Göz alıcı gün ışığının yerini, sokak lambalarının hafif titrek ışığı alıyor. Kanallar artık daha sakin, suyun üzerinde yansıyan ışıklar, sanki yıldızları yeryüzüne taşımış gibi. Bu huzur dolu anlarda, şehir âdeta nefes alıyor ve ben de, yavaş yavaş yükselen dolunayın altında, Amsterdam'ın sihirli bir dünya olduğuna ikna oluyorum. Her şey tam da olması gerektiği gibi… Bisikletlilerin azalan sesleri, perdeleri yarı açık camlardan dışarı sızan loş ışıklar, kanal kenarında bir bankta oturmuş biralarını yudumlayarak sohbet eden arkadaşlar ve tek başıma sessiz gecede ilerleyen ben…
Sessiz sokaklarda yankılanan adımlarım, beni yüzyıllar öncesine, bu eski evlerin, köprülerin ve kanalların hikâyelerine götürüyor. Burada her taşın, her tuğlanın ayrı bir öyküsü var ve gece sessizliğinde bu öyküler kendini daha bir hissettiriyor. Amsterdam'ın zengin tarihini düşünüyorum; ticaret şehri olarak yükselişi, Altın Çağı, dünya üzerindeki kültürel ve sanatsal etkisi... Tüm bunlar, şimdiki özgürlükçü ve hoşgörülü yapısının temellerini oluşturuyor.
Kanallar boyunca uzanan sıra sıra evler, kendi iç dünyalarını saklıyor, yüzlerce yıllık sırlarını modern zamanın sakinleriyle paylaşıyor. Her biri farklı bir dönemden kalma bu evler, şehrin hem geçmişiyle hem de bugünüyle olan bağını simgeliyor.
Sonunda, Amsterdam'dan ayrılmak zorunda kaldığımda, arkamda bıraktığım şehirde yanımda getirdiklerimden çok daha fazlasını götürüyorum. Burada geçirdiğim zaman, sadece fotoğraflardan veya hikâyelerden ibaret değil, içimde taşıdığım bir parça hâline geliyor. Amsterdam'ın sokaklarından, köprülerinden, kanallarından aldığım her nefes, kalbimde sonsuza kadar yaşayacak bir iz bırakıyor. Şehir, hem bir özlem hem de dönüp dolaşıp tekrar buluşacağımız bir dost gibi hayatımda yer alıyor. Amsterdam'la vedalaşırken, bu özgür ruhlu şehrin, her daim yeniden keşfedilmeyi bekleyen bir hazine olduğunu düşünüyorum. Ve biliyorum ki, her dönüşümde beni yeni sırlarla, yeni hikâyelerle karşılayacak.