Bismillah

Yazar

Miraç Zaman

2. Sayı

Denemeler

Kuşlar Meydanı vardı bir zamanlar. Daha paytak paytak yürürken götürürlerdi beni, hatırlıyorum. Yerden birkaç karış havalanmalarını görmek adına oradan oraya koşturup divane olurdum. Sonra, küçük kahverengi olanlarını büyük lacivert olanların yavrusu sandığım o kuşlar en büyük korkum oldu. Bunda, yedi yaşındaki bir psikopatın, yanımda, kuşların insan gözlerini nasıl gagaladığını anlatmasının etkisi var. Az ötedeki, zaten şehirde birkaç tane bulunan parklardan şehrin en merkezinde olanını benim için yaptıklarını düşündüğüm zamanlardı o zamanlar. Çünkü sadece bana ait olan annem götürüyordu beni oraya. Parkın sınırlarını belirlemek adına döşenmiş çalılardan ise nefret ediyordum: Her an içerisinden çıkabilecek bir kuş, gözlerimi oyabilirdi! Bu, çok korkunç olurdu gerçekten. Benim parkımda bu kadar korkutucu şeyler ne arıyordu?! Aidiyet hissi o zamanlar böyle bir şeydi: Bugüne dair yalnızca güzel şeyler… Hem, ikizimin olması da annemin sadece bana ait olması gerçeğini değiştirmiyordu. Yalnızca suda uçan beyaz kuşları da fark etmiştim ama onlara zincir vurulamayacağını duymamıştım henüz. Bu yüzden, yalnızca suda uçmaya devam edebilirlerdi.

Kendisiyle anlaşmayı becerebilmeli insan. Sevmek zorunda değil. Farkına varmadan sırlar biriktirse... Yalnız kendisinin bildiği insanları tanıyor olsa... Yalnız başına yürüyebilse ve korkular taşımasa yüreğinde mesela... “Çocuksu aidiyet, bugüne dair yalnızca güzel şeyler...”

          Helalleşmek lazım!

Binlerce şey dolanıyor insanın kafasında yazarken. Neye niyet ediyorsun – bambaşka şeyler yazıyor kalem. “Kalem hükümranlığı” diyorlarmış buna.
- Ne hükümranlığı biladerim, çocuksu aidiyete n’oldu hani?
- Kendimden kaçmaya çalışırken kendimi köşeye sıkıştırınca, diyim…
- ...
- fff, öyle işte ya :(

Muhtemeldir ki bu, düşündüklerimi yazmama gayretim içinde, daha sonra okudukça bu yazılmış olanları, düşündüklerimin çoğunu hatta belki hepsini unutmuş olacağım. Öyle ya, onca güzel şeyin unutulmasına müsaade ediliyor, belki de ortaya çıkan bu yazının varlığını da unutacağım. Unutmuş olursam da çok mutlu olurum, parmakla sayılabilecek kendimle çelişmediğim anlarıma bir parmak daha kalkmış olur; kendine ait sırlar olmasına değinen biri, ân’a, kendinin bile bulamadığı sırlar saklamış olur.

Cahit Bey de böyle mi düşünüyordu acaba, ne dersin güzel insan?