Düş

Yazar

Sinan Urhan

27. Sayı

Denemeler

Yorgun gözlerle yola doğru baktı. Gitmek eylemi düşmüştü aklına bir kere. Bin kere düşündü bir kere gidecekti. Ayak tabanlarına tunç çivilenmiş gibiydi. Gücü yetecek miydi bilinmez, fakat inancı hala vardı. Ayaklarını nasır tutmuş elleri yardımıyla yerden sökmeye yeltendi. Çelik külçeler kamburlarını meydana çıkarıyordu. Tüm ağırlıklarına aldırmaksızın bedenini bütün gücüyle sürüklüyordu. Dünyanın öbür ucunda derinlere çakılı bir ses, her köşesini çınlatıyordu kulaklarının: “Seninle dünyanın her yerine gelirim.” Uzakların en uzağında bir sesin sahibi… En yakını, en içinde fakat en yabancısı yeryüzünün… Neyi yanlış yapıyorum dedi. Nerede ve nasıl soruları düştü ardından zihnine. Hiçliğin bunca içine dalmak, doğru için yetmez miydi? O kadar “o” olmuşum ki “ben”i kaybettim diye düşündü. Oysa doğru “o” olabilmek değil “ben” kalabilmekti. Başkası olmak, olmaya çalışmak emanettir insanda. Emanet yorar insanı. Yüktür sırtında. Beli bükülür de yerle bir olur. Ne çok kederi sığdırmıştı oysa şuncacık hayatına. Son demlerimi iyi geçirmeliyim, dedi içinden. Öyle değil miydi bu senaryo yoksa. Sahi doktor, herkese verdiği o rutin tavsiyeleri neden vermemişti ki ona? ” Tuhaf” dedi. Doktoru bile böylesi ciddi bir hadisede teğet geçtiyse ümit yok dedi kendi kendine. Yaşamak başlı başına ciddi bir eylemdir. Ciddi olmalıyım dedi. Sonra düşündü. Düşlerini devşirdi. “Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?” diyen bilgeyi hatırladı. Tebessüm etti. Ölüm o kadar uzak gelmişti ki o an. Sanki ölüm denilen şey bir toz, bir hikâyeden ibaretti. Devam etmişti bilge çayından bir yudum daha alıp. “Hepimiz ölmek için yaşıyoruz.”

O an gülünesi bulduğu o konuşma, artık acı bir gerçeği olmuştu. Her an gölge gibi peşi sıra takip ediyordu onu. Ne çok yolculuğa çıkmıştı. Ateş yahut bahçeye çıkan nice yola girmişti de yola gelmemişti işte.” Pişmanlık” dedi “İşe yarar mı?” Neden yaramasındı ki. En temizinden, en masumundan biraz büyükçe bir pişmanlık su serpemez miydi? “Hayır.” dedi sonra.” Bu yangına su mu dayanır?” diye düşündü. Hassastı işte. Ve dünyanın en büyük cehennemidir hassasiyet. Yanmıştı defalarca da bir damla su düşmemişti toprağına. İncelikti ya hassasiyet esasında. İnceldiği yerden kopuyordu işte. Kertenkele kuyruğu gibiydi. Zora düşünce gözden çıkarılan, koptuğu yerde kıvranırken ardına dönüp bakılmayan, feda edilen, lüzumsuz, cansız bir uzuv… Fakat bu kez durum daha vahim.” Hayat kesip atacak da öylece dımdızlak kalacağım bu karanlıkta.” diye düşündü. Doktor takıldı aklına. En azından o teselli olsaydı hiç olmazsa; “Sen iyisin. İyiyi hak ediyorsun.” deseydi. “Bu da mı çoktu Tanrım? Diye sordu. Kelebek gibi düşündü. Kelebek gibi yaşıyordu artık. Her an bitebilecek bir yolculuğun, son durağına yaklaşmış olma hissi tüylerini ürpertti. Telefon, internet, mektup… Bütün iletişim araçlarını geçirdi zihninden. “Ona ulaşmalıyım.” dedi. En uzaktaki en yakınıma ulaşmalıyım. Ben ölüyorum… “Seninle dünyanın neresinde istersen olurum.” demiştin ya. Seninle hiçbir yerde olamadan ölüyorum. Ben bir enkazım. Hiç olmazsa bu enkazı kaldırmaya gelir misin? Ben ölüyorum. Yaşamak eylemi nedir bilemeden ölüyorum. Eylem… Sahi Eylem’di değil mi adın? Hayatım Eylem’den ibaretmiş meğer. Ben ölüyorum Eylem. Seninle eyleme geçemeden ölüyorum. Doktor öyle söyledi. “Ölüyorsun.” dedi. Yüzüme öylece buz gibi bırakıverdi ateşten kelimelerini. Evet buz ve ateş… Zıt iki kavram yüzümde buluştu bir anda. Çünkü ölüm böyle bir şey Eylem. Olmaz dediğin şeyler bir anda oluverirmiş. Ben ölüyorum Eylem. Doktor söyledi. Tetkik, tahlil gibi şeyler söyledi. Ben hatırlamıyorum oralarını. Ölüm dediği an ölmüşüm sanırım. Doktor, tetkik… Sahi doktor niçin teselli etmedi ki? Yine aklım gitti. Nefesim daralıyor. Zaman geliyor galiba. Bir el gırtlağıma çökmüş sanki. Nabzım da yavaşlıyor. Nefes alamıyorum. Eylem gelmen gerekiyor. Kalp atışlarım yavaşlıyor. Yetişemeyeceksin diye ödüm kopuyor. Ölüm dibimde. Senden önce gelmiş, gırtlağıma çökmüş. Hayır diyorum, hayır. Gelecek biliyorum. Az daha lütfen… Artık gelmelisin. Derken çırpınmaya başlıyor. Tavanda yankılanıyor sesi. Alnında damlacıklar, yüzündeki çizgileri yol belleyerek sağa sola kaçışıyor. Gözlerini açıp başını çevirince nefes almaya başlıyor. Düşlerin ardından ‘yaşamak’ eylemi onun ellerinde hayat buluyor.