14. Sayı
Denemeler
“Herkesin yaralarını iyileştiremezsin!” dedi, hışımla elindeki kahve dolu bardağı orta sehpanın üzerine koyarken. Kendini koltuğa bıraktığında, bardağın sehpaya çarparken çıkardığı sesle kendine geldi. Mutfakta kahve hazırlamaya başlamasından bu yana ne kadar geçmişti bilmiyordu. O kendi zihninde düşüncelerin arasında kaybolurken, neredeyse her gün yaptığı için artık otomatik hale gelen kahve yapma işini halledip salona gelmişti.
Evde kimse olmadığının farkındaydı. Muhatabının kendisi olduğunun farkındaydı. Düşüncelerinin içinde kaybolduğunu fark ettiğinde onları seslendirerek kendiyle konuşmak düşüncelerini düzenlemesine yardımcı oluyordu her zaman. Derin bir nefes alarak az önce kurduğu cümle üzerine düşündü. “Ne kadar zamandır birilerinin yaralarını iyileştirmek için çabalıyorum ben…” dedi bu kez mırıldanır gibi. Bu bir soru muydu bir yorum muydu bilmiyordu. Açık perdeden içeri sızan sokak lambasının ışığıyla loş bir şekilde aydınlanan salonda, karşı koltuğa kendinin farklı yaşları oturuyormuş gibi hissetti. Hepsinin gözlerinin içine baktı. Kelimelerin üstüne bastıra bastıra “Ne zamandır birilerinin yaralarını iyileştirmek için çabalıyorum ben?!” dedi, şimdi soru sorduğunu biliyordu. Arkasına yaslanıp gözlerini tavana dikerek düşünmeye başladı. Belki de kendini bildi bileli birilerinin yaralarını iyileştirmeye çalışıyordu. Herkesin birbirini yaralamak için yarıştığı bu zamanda yara iyileştirmeye çalışmanın iyi bir şey olduğuna inanıyordu. Birilerini iyileştiremediğinde ya da birilerinin yaralarını görmediğini fark ettiğinde kendini sorumlu hissediyordu. Yani bunu birilerine yardım gibi değil, kendine verilmiş bir görev gibi görüyordu. Asıl problem de burada başlıyordu. “Neden birilerini iyileştirmek benim görevim oldu?” diye sordu mırıldanır gibi, gözlerini tavandan ayırmadan. Cevabı hem biliyordu hem bilmiyordu, dile getirmedi. “Kim bilir kaç kararımı bu motivasyonla verdim, kaç ilişkimi bu motivasyon üzerine inşa ettim, kaç tercihi bu motivasyonla yaptım.” diye düşündü. Birilerini iyileştirmeyi görevi biliyordu ve asıl problem burada başlıyordu çünkü zaman içerisinde öğrenmişti ki, kimse kimsenin yarasını iyileştiremiyordu. Herkes kendi yarasını kendi başına iyileştirebiliyor, ihtiyacı olursa birilerinin bu süreçte yanında olmasına izin veriyordu. Yani aslında kimsenin yarasını o iyileştirmiyor, sadece izin verdikleri ölçüde onların yanlarında olabiliyordu. Bu gerçeği kabul edemiyordu. Bu gerçeği kabul etmek demek yıllardır tutunduğu görevinin boşa düşmesi demekti, yapamıyordu. Kafasını kaldırdı, arkaya yaslandığı koltukta doğruldu, gözlerini karşı koltukta oturduğunu hissettiği kendisine dikti. Derin bir nefes aldı, yorgun bir ses tonuyla “İyileşmek istemeyeni iyileştiremeyiz.” dedi nefes verirken. Kabul etmesi gereken bir diğer gerçek de buydu. Bir süper kahraman gibi herkesi iyileştirebileceğine inanıyordu, oysa bir süper kahraman değildi. Bir insan ancak kendi isterse iyileşebiliyordu. Bu gerçeği kabul etmemek, bazı ilişkilerini, karşısındakini bir gün iyileştirebileceği umuduyla sürdürmesine sebep oluyordu. Bu ilişkilerde her zaman aynı duvarlara çarpıyor, kendi aldığı yaraları hiçe sayarak denemeye devam ediyordu. O başkalarının yaralarını iyileştirmeye çalışırken kimse onun yaralarını görmüyordu. Zarar gördüğünü bile bile kendini sorumlu hissettiği için bu ilişkilerden gidemiyordu. “Ne olur, vazgeçelim artık…Lütfen” diye fısıldadı, yalvarır bir ses tonuyla.
Ne kadar olduğunu bilmediği bir süre boyunca gözleri karşıya dikili, öylece oturmaya devam etti. Sonunda evdeki sessizlik onu rahatsız ettiğinde oturduğu yerden kalktı, kitaplığa doğru yürüdü. Raflardan birinde duran nostaljik görünümlü ama aslında son teknoloji olan radyoyu açtı. Radyo dinlemeyi severdi, şarkıların rastgele gelmesini severdi. İlk açılan kanalda Sezen’in bir şarkısının çaldığını duydu, orda kaldı. Tekrar koltuğa yönelip sehpanın üstündeki hiç içmediği, buz gibi olmuş kahvesini aldı, mutfağa yöneldi. O karanlık koridorda yürürken Sezen’in sesi evi dolduruyordu.
“Bu kızı yeniden büyütmeliyim,
Kor ateşlerde yürütmeliyim,
Değirmenlerde öğütmeliyim,
Farkındayım, farkındayım…”