1. Sayı
Denemeler
Ne kadar uzağa gidersen git, geçmişini içinde taşıyacaksın çocuğum. Kendinden gideceksin, anılarından, kalbinden, mutluluklarından, acılarından... Ama'n alacak içinde hep, içinde hep bir ama kalacak, keşke demekten alıkoyamayacaksin kendini. Kabul edemiyordu genç kız. Çaresizliği kabul edemiyordu. Bir anda tüm her şeyle vedalaşması gerektiğini idrak etmeyi reddediyordu yüreği. Belki de bir şey yapılamayacak tek şeyle sınıyordu hayat onu. "Artık mutlu olma kızım" diyordu, "Bundan sonraki her gülüşünde bir miktar acı olsun ve hiç geçmesin". Gerçek olamayacak kadar gerçekti yaşadıkları. Acısı kendinden büyük, kırgınlığı tüm dünyayaydı. Kızıyordu, öfkeleniyordu belki içinde bir yerlerde. Ama şoktan kaskatı kesilmiş benliği, yanıp kavrulan kalbine inat, feryat etmesine bile izin vermiyordu. Düşünme yetisini kaybetmişti. Kalemler durmuş, devam ettirememişlerdi bu acıyı yazmayı.
Soğuk üstüne yağıyordu. Kirpikleriyle kar taneleri savaş halindeydi. İnatla gözlerini açık tutmaya çalıştı. İçi buz tutmuyordu bir türlü. Annesine çevirdi bakışlarını, mışıl mışıl uyurkenki hâlini hayal etmeyc çalıştı. O kadar eskiye gidemedi hafızası. Acıyla bölünen uykusuz gecelerini hatırladı, Günbegün zayıflayan bedenini, çöken avurtlarını, haykırışlarını, yaralarını... "Size yük oluyorum evlatlarım" deyip, yüzünü yere eğerek utanan içli içli ağlayışlarını, kardeşiyle kendisini hatırlamadığı anları. Kanserin yavaş yavaş ellerinden çekip aldığı annesi. Yine de umut etmeyi bırakmamıştı. Dört elle sarılmışlardı annelerine. Ta ki birlikte umut edeceği bir kardeşi kalmayana dek. Kız kardeşi, aklını yitirip intihar edene dek. Annesinin ilaçlarını almaya gittiği eczane yolunda tecavüze uğrayana dek. Bin defa tembihlemişti, yürümeyip dolmuşla gitsindi, yollar tenhaydı, ne olur ne olmazdı... Halbuki demeliymiş ki bunun yolla, dolmuşla ilgisi yok, insan olamamakla ilgisi var. Yoksa neden abla sözü dinlediği halde, başına dolmuşta böyle bir şey gelsindi ki?
Artık ne beraber dertlere göğüs gerebildiği bir kardeşi vardı, ne de iyileşecek diye umudu elden bırakmadığı bir annesi. Kızının sessiz sedasız canına kıyışını öğrendiğinde verdiği tepkiyi, dünyanın üstüne asmak gerekirdi. O bakışlarda, yaşanan d anda, feryat figan bir bağırış vardı, canhıraş çığlıklar, ateşin doruk noktasına ulaşıp buza dönüştüğü o soğukluk vardı. Önce dudakları aralandı hafifçe, sonra iyice iki büklüm oldu yatağında, gözünden bir damla yaş düştü ve aralık dudaklarından bir nefes..
Yaşadığı bu anın gerçekliği içinde đüşündü; kardeşine tecavüz eden kişi, biliyor muydu üç insanın birden hayatını kararttığını? İkisi toprağın altında, öteki yürüyen ölü, üç insan. Üç hikaye. Sanki diğer her şey yolundaymış, herkes çok iyiymiş gibi, bir de bu üç koca acıyı bırakmıştı dünyaya. Üç can. Milyarlarca insanın haberinin olmadığı, duyanların da beş dakikadan fazla tepki vermediği olaylar arasında yerini almıştı genç kızın hayatı. Çaresiz, acı dolu, ruhsuzca yatıyordu şimdi iki mezar arasında. Üstüne yağan kar, temizlemiyordu onun içindeki dünyayı. Beyaz olan herşey saflığı temsil etmiyordu artık. Art arda iki kefen. İki beyaz bez, bir kara toprağa gömülmüştü gözlerinin önünde. Onun için artık saflık, masumluk, iyilik, kötülük. yoktu. Siyah yoktu, beyaz yoktu, bugün yarın yoktu. Çığlıklar yoktu, ağlamak yoktu. Onun hayatı tam da bugün yok olmuştu. O artık çaresizliğiyle yoktu. Uyudu, bir daha da uyanmadı.