Bugün gençliğimizi konuşmak istiyorum sizinle.
Biliyorum ki siz de okuduğunuzda benimle konuşuyormuş gibi cevap vereceksiniz.
Gençlik derken sıkıntılarımızı değil de
Duygularımızdan bahsedeyim istiyorum.
Bir ağaca benzetiyorum insanı.
Gençliği de ilk meyve vermeye başladığı zamana...
Gövdesi incedir ama çaba doludur içi. Meyve vermek için çok beklemiştir, sabretmiştir. İçinde nice emek vardır. O ince bedenine rağmen her yıl daha da çok emek vererek arttırır meyve sayısını, yapraklarını, dallarını...
Her bir filiz bir dala dönüşene kadar ne hengâmeler yaşanır içeride.
Sanki dalları arttıkça hiç yaşlanmayacakmış gibi o kadar iyi hissettirir ki ona. Hele bir de sahiplenen bir sahibi varsa toprağını. Okşayan, can suyunu eksik etmemiş, dalı kopsa içi yanmış bir sahibi varsa “İyi ki de varım.” der kendi kendine.
Gençlik de bizim dallarla insanlara dokunduğumuz, yaş alarak yıldan yıla daha çok meyve verdiğimiz, üzüntülerle insanların dallarımızı kırdığı, bir ağaç gibi savunamadığımız duygu kırıklarıyla dolu, daha çok meyve ve yaprak için her gün onca koşuşturmayla geçirdiğimiz, susuz kaldığımız, sulandığımız, kötülüklerden korunmak için ilaçlandığımız, yeni meyve vermek için dallarımızı aşılattığımız dolu dolu geçen yıllardır.
Duygularımız bir dal gibi savunmasızdır, kırma diyemeyiz. Ancak şunu biliriz, dinlenmek için ya da küstüğümüz için daha az meyve veririz. Kimse de bize az meyve verince kızamaz, aksine onları üzüp kıymetleniriz. Gençlik ona rağmen güzeldir. Bazen ıssız yerlerdeki meyve ağaçlarına benzetirim yalnız olan, içine kapanan gençleri.
Kimse meyvelerini yemez ya da az yenir, oradan biri geçerse belki.
Ama kırılmazlar da...
Ne kadar az insan, o kadar az kırık...
Ama kırıla kırıla büyüyebiliyorsa, o sağlam gövde oluşuyor ya.
Unutmayın bir gün çok yaprağımız olacak.
Bir gün gelecek, o küçük çocuklar da büyüdüklerinde kırmadan meyve yemeyi öğrenecekler.
Kırıklarınız az, yapraklarınız bol olsun.
Dileğim: Gençliğiniz toprağınızı okşayanlarla size kıymet verenlerle dolu olsun.
Sevgiyle kalın...