Bana Çocukluğunuzu Anlatın Size Geleceğinizden Bahsedeyim

Yazar

Emel Bulut

8. Sayı

Denemeler

Ailemizden şiddet gören çocuklar olmadık hiç... Evet, dövülmedik, itilmedik, bedensel hiçbir güce maruz kalmadık.
İşte babamın yıllarca kendini haklı çıkarmasını gerekli kılacak en güçlü kozu buydu elindeki. “Ben size minicik bir fiske dahi vurmadan büyüttüm.” “Ama benim babam...” diye devam ederdi.Dedem için her şeyin hata olduğunu, minicik şeyleri bile affetmediğini, dövdüğünü, sövdüğünü, kırdığını.

Hatta babaannem ve babamın da çoğu zaman nasiplendiğini söyler dururdu.
Anlayacağınız babadan oğula miras.
Babamın ağzından çıkan bu cümleler de, sanki dünyanın en güzel şeyini anlatıyormuş gibi pür dikkat dudaklarının kıpırdayışını inceler, gözlerimi gözlerine diker kırpmadan seyrederdim.
İçimden hep aynı şeyi geçirerek, bir gün mutlaka farkedeceği düşüncesi ile öyle müdahalesizce beklerdim.
Biz üç kardeşiz; ablam, ben ve küçük kardeşim. Ablamla aramda dört, kardeşimle ise on yaş vardı.
Ortanca kardeş olmak sanki nasıl desem hep duygular arasında sıkışıp kalma hissi uyandırırdı bana.
Gerçi pek de değiştiği söylenemez.
Ablam ben lise son sınıfta iken bizden 800 km uzaklığa evlenerek yeni bir yola bıraktı kendini.
Bir nevi kaçıştı onunki aslında.Küçük kardeşimle üniversiteden sonra birlikte yaşamaya başladık, babamın açtığı boşlukları kapatabilirim, hem onun hem de kendi yaralarımı sarabilirim sandım.
Olmadı...
Bir gün bir odada ikimiz birden ağlarken buldum kendimi...
Hem de nasıl ağlamak...
Tam üç gün boyunca baş ağrısı çektik.
Dedim ki hadi gidiyoruz.
O zamanlar bir mağazada satış danışmanı olarak çalışıyorum, zaten çok zor geçinebiliyoruz.
Neyse bir Psikiyatri uzmanı bulup çaldık kapısını.
Hiç unutmuyorum ilk söylediği şeyi...
“Biraz çocukluğunuzdan bahsedelim mi?”
İşte o zaman anlamıştım aslın da ağrıyan yerimizin ruhumuz olduğunu.
Neyse haplarımızı aldık başladık kullanmaya.
Ben öyle bir inanmıştım ki, bu küçücük ilaçlar değiştirecekti her şeyi.
Artık yaşıtlarımız gibi davranabilecektik.
Korkmadan, tek derdimiz sevecek birini bulmak olacaktı.
Yine olmadı...
Zaman durmadı tabi, bazı geceler omuz omuza, bazı geceler birbirimizden habersiz tükettik içimizde kalan tüm ümitleri.

Üzerine titredim kardeşimin her zaman, içindeki eksikliği gidermek adına tüm gücümle çalıştım.
Omuzlarımın tüm isyanlarına rağmen kocaman yükler bıraktım sırtıma gencecik yaşımda.
Ne yaparsam yapayım mutlu olmayı bir türlü beceremedik.Bir gece daracık balkonumuzda nefeslerimi-
zin dumanı çakışırken “abla” dedi...Hemen anladım tabi, içimi parçalayacak bir sonla biteceğini.
Devam etti, “Sence mutluluk öğretilen bir şey miydi?”
Sustum. İnsan bilmediği bir şeye cevap verebilir miydi?
Bir gün, çocukluğumuzun üzerinden epey zaman geçmiş, annemle babamı ziyarete gittik.
Dedik ki bu defa anlamıştır, değişmiştir, farketmiştir yaşamış olduğumuz tüm hayal kırıklıklarını.
Nasıl bekledik, hâlbuki insan başarabilirdi kaç yaşında olursa olsun yeniden başlayabilmeyi.
Olmadı.
Bu olmayış bir ömre bedeldi.
Babam yaşlanmıştı hem de gençliğini unutturacak kadar.
Oturdum karşısına yine gözlerim gözlerinde
“Ben sizi bir fikse vurmadan büyüttüm.”, hiç değişmeyen cümleler.
Diyemedim. Boğazıma sıralanan onlarca söz takılıp kaldı öylece.
Babam şiddeti severdi hem de öyle böyle sevmek değil.

Çok sinirlenir işte o zaman resmen gözü dönerdi.
Bize vurmazdı evet ama evde kırıp dökmediği hiçbir şey kalmazdı.
Annem ve üç kardeş öylece kasırganın bitme-sini beklerdik.
Kaç sabah kırık camlar üzerinden atlayarak okula gittim bilmiyorum.
Kaç gece şimdi sakinleşecek ve normale dönecek diye kâbuslar içinde uyumaya çalıştım bilmiyorum.
Bir gün okuldan geliyoruz ablamla, kardeşimin minicik ellerinde kesikler yolun ortasında bizi bekliyor.
Aynı anda birbirimizin gözlerinden akan yaşları hiç unutmuyorum.
Koca bir hayal kırıklığı, korku, kaygı hemen koştuk eve.
Annemin kucağın da onun için aldığımız vazo, parçalanmış çiçekleri öylece bir damla gözyaşı dökmeden oturmuş sanki önünde bir ekran varmış da çok önemli bir şey izliyormuş gibi dalıp gidişi içimizden çıkmayan koca bir
yara.
Evet baba...
Sen bize bir fiske bile vurmamıştın. Peki annemize... İçimizdeki hayallere... Çocukluğumuza... Gençliğimize... Geleceğimize...Peki, ne zaman öğreneceksin baba?
Ruhumuza attığın her fiskenin şiddetin en büyüğü olduğunu ne zaman fark edeceksin?