Balkanlarda Bir Tarih: Bosna

Yazar

Ahmet Öztürk

19. Sayı

Gezi Yazıları

Sizlere hem bir gezgin hem de bir rehber edasıyla Bosna gezimden bahsetmek isterim. 

Uykusuz bir gecenin ardından sabaha karşı Saraybosna'ya iniş yaparak direkt başlıyoruz gezimize. Saraybosna’nın meşhur böreği eşliğinde küçük bir kahvaltı yapıp biraz Başçarşı mevkisini gezecek, ardından otele geçeceğiz. Kahvaltı sonrası Saraybosna çarşısını geziyoruz. Eski Safranbolu edalı bu çarşıda birçok hediyelik eşya dükkânı ile beraber börek ve cevapcici lokantaları da bulunmakta. Çarşı tam bir Osmanlı mimarisine sahip. Başçarşı’nın ortasındaki çeşmeden tutun, çarşının içerisine yayılmış durumdaki birçok cami, türbe ve binaların tümü Osmanlı döneminin eserleri... Bu genel manada Bosna gezimizde göreceğimiz çoğu eser için de geçerli olacak aynı zamanda.

Küçük Saraybosna turumuzu otele geçerek sonlandırıyor, ertesi gün Saraybosna Tüneli ve tünel müzesini ziyaret ile gezimize devam ediyoruz. Saraybosna Tüneli ya da diğer adıyla Umut Tüneli, savaş döneminde Saraybosna’ya açılan tek kapı... Başlarda insanlar kuşatma altındaki Saraybosna’dan çıkabilmek için havalimanı üzerinden koşarak Igman Dağı taraflarına geçmek durumunda kalıyorlarmış. Ancak havaalanı gibi tamamen açıktaki bir alanda bu koşuyu yapmak, keskin nişancılar nedeniyle oldukça riskli ve bu risk birçok insanın da ne yazık ki hayatlarına mal olmuş... Tünel sayesinde kuşatmaya alınmış, ambargo altında tam bir tecrit bölgesine dönen Saraybosna’nın ihtiyaçları çok daha az riskler altında giderilebilmiş. Tünelle alakalı çok ilginç bulduğum bir bilgi de öğrenmiş oldum gezide. Tünel iki taraftan da kazılmaya başlanmış ve ortada buluşulmuş. "Eğer buluşamasaydınız?" diye sorduklarında da "İki tünel açmış olurduk." diye cevaplamışlar (En azından asıl gezi rehberimiz böyle anlattı.).

Tüneli ziyaretimizin ardından Kovači Şehitler Mezarlığı’na geçiyoruz. Bosna tarihinin en önemli lideri Alija Izzetbegović’in kabrini de kısa bir ziyaret ediyoruz. Mezar taşında çok manidar bir söz karşılıyor bizleri: 

"Allah'a yemin ederiz ki (O’ndan başka) kimseye köle olmayacağız." 

Üçüncü gün rota Blagaj, Alperenler Tekkesi... Yolda Konjic mevkisine uğruyoruz. Burada savaş döneminde minaresi yıkılmış, daha sonradan restore edilirken de dönemi hatırlatması açısından tam olarak tamir edilmemiş bir cami bulunuyor. Hemen yanında da bir kilise mevcut... Uzaktan görüp Konjic Köprüsü kenarında 10 üzerinden 5 puan verebileceğimiz bir çay içip yolumuza devam ediyoruz. 

Alperenler Tekkesi, Bosna’ya Osmanlı’dan da önce gelen dervişlerden Sarı Saltuk’un (tam hatırlayamadığım bir olay sonrasında) zamanın bölge valisinden aldığı izinle, bu eşsiz bölgede bir tekke açma isteklerinin olduğunu belirtmesi üzerine yapılmıştır. Tekke, döneminde bölge halkına hem yardımlar etmiş hem de bölgede İslamiyet’in sevdirilerek yayılmasına beşiklik etmiş; Osmanlı’nın fethinde de halkın İslam’a zaten ılımlı olmaları sebebiyle ciddi bir kolaylık sağlamış çok önemli bir tarihi mekân... Çevresindeki doğal güzellikler, eşsiz manzarası ve yanında başlayan Buna Nehri ile harika bir görsel şölen… İmkân dairesinde kesinlikle tekke yakınlarında bulunan lokantalarda alabalık yemenizi de tavsiye ederiz. 

Blagaj'dan çıkıp Mostar’a geçiyoruz. Şehir içine girer girmez Mostar tüm heybetiyle karşılıyor bizi. Kalabalığa iyice dalıp köprüye doğru ilerliyoruz. Köprü ve içinden geçtiğimiz çarşı yine bir Osmanlı mimarisi... Köprüye varıyoruz. Mostar Köprüsü savaş sırasında tamamen yıkılmış. 2003 yılında da UNESCO iş birliği ile restore edilip yeniden yapılmış. Geleneksel olan köprüden atlama olayı hâlâ devam etmekte ve hatta biz de bir atlayışı görme şansına erişiyoruz (O 100€’yu veren herkese teşekkürler.). Ancak eskiden olduğu gibi her isteyenin atlaması gibi bir özgürlük artık mevcut değil. Köprüden atlayan ve sonra bulunamayan iki kişinin ardından bu yasaklanıyor ve sadece oradaki profesyoneller atlayabiliyor. Eski çarşıdan dondurmamızı alıyor, birkaç dükkânı ziyaret edip eve boş dönmemek adına hediyelik eşya da ediniyoruz. 

Dördüncü günümüzde rotamızı önce Bosna Piramitleri’ne, Visoko'ya çeviriyoruz. İlginç değil mi? 2005 yılında, Bosna’nın Visoko şehrinde bulunan Piramit şekilli yapıların insan yapımı olduğu iddia ediliyor. Gel-git bazı politik süreçler ve araştırmalar sonrasında piramitler hakkında ortaya atılan savlar temelsiz sayılıyor ve piramitlerin araştırmaları hem dünya kamuoyunda yer edinemiyor hem de devlet tarafından desteklenmiyor. Günümüzde hâlâ kazı çalışmalarına devam ediliyor. Piramitlere giden bazı tüneller açılmış durumda. Tünellerde bulunan çeşitli bulgular mevcut. Bunlardan biri, pozitif enerji yaydığına inanılan bazı özel taşlar. Tünellerin kenarlarında, ortasında bu taşların bulunduğu meditasyon odaları oluşturulmuş. Ziyaretine gelen birçok ünlü isim var. Ben sadece en meşhur ziyaretçisini, Djokovic'i söylüyor ve geçiyorum (Tünel yakınlarına bir tenis kortu bile yapmışlar. Ne kadar sık ziyaret ediyor siz düşünün.).

Şimdi rotamız Travnik. Travnik, birçok Bosna şehrinde olduğu gibi Osmanlı döneminde şehirleşmeye başlamış ve de Bosna vilayetinin merkeziymiş. Şehir, Osmanlı İmparatorluğu’na 77 vezir kazandırmış olması nedeniyle "Vezirler Şehri" olarak da anılıyor. Şehrin tepesindeki Travnik Kalesi; kaleden aşağı baktığınızda görebileceğiniz onlarca cami, şehrin her köşesinde bir Osmanlı eseri... Bu eserler arasındaki bir camiden özellikle bahsetmek istiyorum.

Malum, camilerin günümüzde olduğu gibi o zamanlar da elektrik, su, bakım-onarım vs. gibi çeşitli ihtiyaçları mevcut. Bu ihtiyaçlar Osmanlı döneminde vakıflar aracılığıyla karşılanıyor. Örneğin Saraybosna’da bulunan Gazi Hüsrev Bey Camii'nin giderleri Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nca, caminin çevresinde bulunan vakfa ait dükkânların kiralarından karşılanıyor. Hüsrev Bey'in vakıflar ve cami ile alakalı da bir vasiyeti bulunuyor. Bayağı ilginç bence, vasiyete de bir bakabilirsiniz. Gel gelelim Travnik’te bulunan Alaca Camii’ne... Osmanlı döneminde Alaca Camii'nin ihtiyaçları caminin altında bulunan 6 tane dükkânın gelirleriyle karşılanıyor. Böylelikle caminin ihtiyaçları giderilmiş ve masraflar için de ekstra maddi bir yükümlülüğe girilmemiş oluyor. Takdir edilesi basit ama çok etkili bir metot diye düşünüyorum. Şu an dükkânlar birleşik biçimde, otantik bir Osmanlı kafesi gibi (zannederim tek çatı altında) işliyor. Güncel gelir nereye gidiyor bilemiyorum.

Gezimizde rotaların el vermemesi ve zamansal açıdan kısıtlı bir süreye sahip olmamız münasebetiyle gidemediğimiz bir yer var: Srebrenica. Tarihe kara leke olarak yazılmış büyük katliamın, bir soykırımın hüzünlü ocağı... Ne yazık ki Bosna bunun gibi sahnelere çokça tanıklık etmiş. Biz rotamız çerçevesinde Ahmici köyünü ziyaret ediyoruz. 3 aylıktan 83 yaşına kadar 116 sivilin Hırvat askerlerince katledildiği, yakılıp yıkılmaya çalışılan bir yer Ahmici. Köyde bulunan caminin yanında küçük bir anıt-oda müzesi mevcut. Yapılan katliamın, yaşanan acıların küçük ve çok hazin ispat kareleri... Rehberimizin anlatısıyla (aklımda kaldığı ölçüde) size kısa bir tablo çizmek istiyorum:

"Köy, saldırı öncesinde askerler tarafından sarılıyor ve köye giriş-çıkışlar kapatılıyor. Ardından savunmasız durumdaki halk katledilmeye başlanıyor. Amaçları herkesi öldürüp tanık bırakmamak! Askerler her gün mesai yapar gibi halka ateş açıp köyü bombalıyorlar. Yine bir saldırı esnasında cesetlerin arasından küçük bir çocuk çıkıyor ve askerlere doğru yürümeye başlıyor. Kimse çocuğu vurmaya o an cesaret edemiyor. Başlarındaki komutan da ‘Yarın devam ederiz.’ diyor ve birliği oradan çekiyor. Çocuğu alan bir asker, onu bir kamyon şoförüne teslim ediyor ve çocuğu köyden çıkarmış oluyor. O çocuk bugün hâlâ Ahmici’de yaşanan olayları duyurmakta... Katliam o kadar açık seçik yapılmış ki, işlenen tüm savaş suçlarının ve yapılan katliamların sorumluluğunu almayıp bunları reddeden Sırp-Hırvat makamları, daha spesifik olarak da Ahmici katliamından sorumlu komutan, Lahey Mahkemesi’nde suçlu bulunuyor ve 25 yıl hapis cezası alıyor! Evet, sadece 25 yıl!"

Beylik, Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Yugoslavya dönemiyle; savaşlarıyla, yaşadığı hazin olaylarla; 1. Dünya Savaşı’nın başlama sebebi gibi birçok hadisenin burada gerçekleşmiş olmasıyla; yeme-içme-yaşam kültürüyle; hüzün ve sevinçleriyle Bosna tam bir tarih köşesi... 

Daha buraya sığdıramadığım birçok güzelliğiyle Bosna kesinlikle ziyaret edilmesi gereken bir ülke. İmkân dahilinde herkese tavsiye ediyorum. Sevgilerle...