Prenses Mononoke Film Yorumu

Yazar

Seleme Bilgili

19. Sayı

Filmsever

Asil kadın mıyız, kurt kız mı?

 

Merhaba sevgili filmsever! Film sevmek ve anime sevmek aynı şeyler değil biliyorum. Ben bugün burada gelmiş geçmiş en iyi anime sanatçısının (zannımca) elinden çıkanları anlatırken belki de sevmediğin bir türden bahsediyor olacağım. Ama önce başka şeyler anlatacağım ki sen de bunun sadece bir animasyondan ibaret olmadığını anlayacaksın gibi geliyor.

Önce biraz bu animenin yapımcısı, Studio Ghibli dediğimiz Japon animasyon stüdyosunun hem kurucusu hem sesi hem yüzü olan Miyazaki’den bahsedeyim. Daha doğrusu bu eserleri ortaya nasıl çıkardığından... Miyazaki şu anda 81 yaşında, elli yıldan daha uzun süredir anime ve manga sanatçılığı yapıyor. Bu işe kendini adamış, çocuklara geleceğin umut dolu olduğunu göstermek istemiş ve hâlâ bunun için uğraşıyor. “Ben bu filmlerin kölesiyim, yaptığım şeyleri kendi kafama göre yapamıyorum. Bu filmlerin belli şekilde yapılması gerek.” diyor kendisi. Animasyon ekibiyle de bu anlayışla çalışıyorlar. Asıl hayranlık duyulması gereken nokta ise bu animelerin hâlâ ve hâlâ elle çiziliyor olması. Studio Ghibli, filmlerinde bilgisayar grafiklerini kullanmama konusunda ısrarcı. Onları Ghibli yapan da bu zaten. Animenin beş saniyesi için yüzlerce kare çizim gerekiyor ve bu beş saniye bir hafta içerisinde oluşuyor. İnanabiliyor musun filmsever? İzlediğin beş saniye için bir oda dolusu insanın bir hafta çalışıyor olması…

Evet, günlük Miyazaki övme süremi tamamladığıma göre film yorumuma başlıyorum :). Film, Japonya’nın daha makineler tarafından istila edilmemiş bir köyünde başlıyor. Köye, iblise dönmüş bir domuz saldırıyor ve köyün prensi Ashitaka bu domuzu kahramanca öldürürken koluna iblisin değmesiyle lanetleniyor. Bu laneti bozmanın yollarını aramak için uzaklara gitmesi gerektiğini söyleyen kâhin kadını dinleyerek atlıyor geyiğinin sırtına, sürüyor ormana. Yollar uzar giderken ormanda ilk kez Mononoke ile karşılaşıyor prens. Asıl ismi San olan bu insan kız, orman tanrılarından olan dev kurt Moro’nun yanında büyümüş ve Prenses Mononoke olmuş. Ashitaka gördüğünde ise normalde taktığı maskesini çıkarmış ve tüm o vahşi güzelliğiyle karşısında duruyor. Bu ilk karşılaşmalarından sonra filmde iki ayrı taraf görüyoruz. Orman ruhlarının, tanrılarının, yani ormanı korumaya çalışan tüm canlıların -Mononoke de bu tarafta tabii- olduğu taraf ve makineleri kullanmaya başlamış, ormanın ruhunu öldürmek isteyen Lady Eboshi liderliği altındaki kasabanın olduğu taraf. Lady Eboshi ve kasabasındakiler kaybolan insanlığımızı, sanayileşirken kaybetmekten korkmadıklarımızı, bencilliğimizi sembolize ediyor. Silahlar üreterek birlik olup ormanlara saldırıyor, kendi kurmak istedikleri düzen uğruna tüm doğa dengesini mahvetmek istiyorlar. Gelişme kısmında bu iki tarafın savaşını ve Ashitaka’nın doğa ile insan arasındaki dengeyi kurmaya çalışmasını izliyoruz. Filmin sonunu ve hatta tamamını izlemeyi size bırakıyorum çünkü bu filmler klişelerden oluşmuyor. Aksine, normalde basit işlenebilecek bu konu ince ince detaylarla, beklenmedik asiliklerle, kötü karakterlerin bile bize empati kurdurabilmesiyle tamamlanıyor. Renkler, doğanın güzellikleri, bunlar bir insanın aklına nasıl gelir ki dedirtecek hayalî unsurlar ve onların muhteşem, kusursuz çizimleri… Prenses Mononoke tam olarak bu tanımdır benim için.

Size bir de güzel haber vereyim. Studio Ghibli önümüzdeki yıllarda yeni bir film çıkarmak için birkaç yıldır hazırlanıyor. Filmin henüz 36 dakikası hazırlanmış fakat üç yıl içerisinde çıkmasını ümit ediyorum. Ne demezsin sevgili filmsever, bu filmi sinemada seyretmek bize nasip olur mu?

“Seni seviyorum, Ashitaka. Ama insanları affedemem.”