Sonsuz Pınar

Yazar

Berat Akkaya

19. Sayı

Öyküler

Önümde duran görkemli ve şiddetli, aynı zamanda Tanrı’nın kâfir kullarına öfkesi gibi köpüren pınardan avuç avuç su içmekteyim. Avuçlarıma gelen su miktarının azlığı içimde, annesinin ona istediği şekeri almak istemediği bir çocuktaki burukluğa dönüşüyor. ''Ama ben bu pınarın sahip olduğu bütün suyu içmek istiyorum.'' diye geçiriyorum içimden bir çocuk edasıyla. Susuzluğum hiç böylesine arsız, böylesine doyurulamaz, açgözlü değildi. Yeryüzündeki masum kulları günaha sürüklemek isteyen şeytan misali peşini bırakamıyordum avucumdaki suların. Üstüme sıçrayan su damlacıklarının hareketsizliği kargaşa yaratıyordu kirli elbisemde. Avcumdaki cehennem suyu boğazımdan mideme doğru aktıkça kendimi bir kral misali kibirli ve gaddar hissediyordum. Hiç beklemediğim bir anda üzerime yorgunlukla beraber açlığın harekete geçiriciliği devrildi. Hayat çilesi içinde kavrulduğunu iddia eden insanların, kendilerini kalabalığın içinde kaybettiği pazar yerine geldim. Sadece karnımı doyurmaktı amacım. Sonra o olgun, öz güvenli kadınların etkileyiciliğine sahip bakışlarıyla beni kendine doğru sürükleyen susuzluk pınarıma geri dönecektim. Pazar yerinde bu büyük insanların gölgelerinin aynı yaşlı satıcının etrafında toplandığını fark ettim. Hareketlerim, sürü içinde benliğini yitirmiş bir koyun gibi bu kalabalığa yönlendi. Kimliksiz kalabalıktan şöyle sözler işitiyordum:

''Bu yaşlı, cılız adam dünyanın en güzel elmalarını satıyor!''

''Yediğim en tatlı elma!''

Yüzü, hayatın tokatlarıyla kırıştığı ve karardığı fikrini uyandıran bu cılız adama yaklaştım.

''Elmalarının sırrı nedir ey dertli ihtiyar? İnsanlar neden elmalarından bu denli övgüyle bahsediyor?''

İhtiyar bir süre gözlerimin içine baktı, üzerimdeki su damlala-

rını görünce gülümseyerek yanıt verdi:

''İnsanlar elmalarımı neden bu kadar seviyor, ben de bilmiyorum oğul. Elmalarım yılların düşünmelerinin ürünüdür. Ben arkadaşım olmadığı için yetiştirdiğim elmalarla konuşurum. İnsanlar da yıllardır bunları severek yer. Bunları yıllar süren acı ve yalnızlık dolu hayatımda binbir zorlukla yetiştirdiğimi kimse umursamaz. Sadece bunları yemekle ilgilenirler, gerisi onları ilgilendirmez. Obur midelerini kıpkırmızı, olgunlaşmış meyvelerle doldurup çevrelerindeki insanlara bununla ilgili hava atarlar."

"Güzellerinden ver bakalım bana da.'' dedim ihtiyara. ''Bakalım dedikleri kadar tatlı mıymış meyvelerin?'' Kıpkırmızı meyveyi elime aldıktan sonra rengi, ağaçta unutulmuş bir elma gibi sarardı, üzerinden çürükler fırladı.

''İhtiyar ne oldu senin prenseslere yedirdiğin meyvelerine, elime alınca karardı ve küçücük oldu.''

İhtiyar, dünyanın çekirdeğini ellerinde tutmuş ilahi bir bilge misali gülümsedi ve şöyle konuştu:

''Doğru yolda olduğunun kanıtıdır bu elmanın sararması ve kararması. İnsanlardan çok azı erişebilir bu yüksek şerefe. Yoksa sen de aklı başında bir köylünün uğramadığı, dertli köylülerin yosunla kaplı olduğunu gördüğü ve doğruyu görenler için berraklığı dillere destan olan pınara mı uğradın yakınlarda?''

''Doğrusunu söylemek gerekirse ihtiyar, yıllardır bir gün bile ayrı kalamıyorum o pınardan. O muazzam büyüklükteki sudan ayrı kaldığım her saniye çöl ortasındaki bir bedevi gibi yanıyorum. Aşkına asla kavuşamayacak bir delikanlı misali hüzün dumanları kaplıyor midemi.''

İhtiyar, daha önce eşi benzerine rastlamadığım bir hafiflik, fakat aynı zamanda avından kaçan bir ceylan aceleliğiyle yanıt verdi:

''Hemen geri dönmelisin pınarına. Gençliğinde bu pınarla uzun vakitler geçirirsen yaşlılığında olgun ve kırmızı meyvelerini bu sefil insanlara ulaştırırsın ve belki birkaç hayır duası alırsın. Fakat hiç kimse çözemez meyvelerinin gizemini, çözmeye de yaklaşmaz. Ama dikkat etmelisin delikanlı, kendi meyvelerini yiyemezsin.''

İlk ve son kez görmüş olduğumu bildiğim ihtiyara selamımı verip oradan ayrıldım. Pınara geri döndüğümde içimdeki cehennemin alevi mideme tekrardan acı vermeye başladı. Bu sefer avuçlarımı daha geniş açtım ve suyu kana kana içmeye devam ettim.