Göç

Yazar

Kübra Kol

13. Sayı

Öyküler

İnsan insanı yolculukta tanır derler. Ben kendimle ilk tanıştığımda bir otobüsün arka koltuğunda, cam kenarındaydım. 18 yaşında içimi kıpır kıpır eden o heyecanla, bir gün üç saat süren Van-İzmir yolculuğumda gözümü bir an bile kırpmadan, otobüsün geçtiği her yeri kaydettim hafızama. Van’ın 17 evi olan bir köyünde 6 çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu olarak geldim dünyaya. Bazı zamanlar köye şehirden takım elbiseli adamlar gelirdi. Hayattaki en büyük şansım da takım elbiseli adamların ben 7 yaşındayken köye uğramalarıydı. Milli Eğitim’den gelen öğretmenler, köyde eğitim çağına gelen çocukları yarım saat uzaklıktaki okula yazdırırlardı. Çünkü kendileri gelmezlerse buradan kimsenin okula çocuk yazdırmayacağını bilirlerdi. Benim hayatım o öğretmenlerin bizim köyü keşfetmeleriyle değişti. Yoksa hiçbir şeyden habersiz öylece yaşayıp gidecektim. Bu köyde bilinenin aksine kızı olan şanslı sayılırdı. Ne kadar çok kız çocuk o kadar çok para demekti. Kızlar 12-13 yaşına geldikleri vakit büyük köyden gelenler ev ev dolaşır, erkek evlatlarına kız satın alırlardı. En az 5 yıl geçimlerini sağlayacakları başlık parasını harcarken çocuklarını evlendirdiklerini düşünerek vicdanlarını rahatlatan anne babalar, kız çocuklarını, büyütüp besleyip faydalandıkları inekten farklı görmezlerdi. Onlar için kız çocuk geleceğe yatırımdan başka bir şey ifade etmezdi. Büyük şehirdeki kredi, birikim; burada kız çocuk olmuştu her zaman. Bu acımasızlığın farkında olup değiştirmeye gücümün yetmiyor olması sırtımda bir yüktü. Güçsüzlüğümden, benden sadece bir yaş büyük ablamın önüme koyduğu yemekten, yıkadığı çamaşırımdan utanıyordum. Onlar da utanmalıydı. Bir şeyler yapmalıydım; ama beni görmezlerdi. Çünkü burada onlarla yaşıyorken onlardan bir farkım yoktu. Bu insanlara medeniyetten önce vicdan lazımdı. Her insanın içinde olan; ama insanın işine geldiği zaman duyduğu o sesi onlara her an duyurmayı öğretebilmem için beni ciddiye almaları gerekirdi. Saygınlık için gereken tek şey eğitim, gidip onu almalıydım. Eğer burada bu kötü düzene dur diyemezsem onurlu bir yaşam sürdüm de diyemezdim. Her insan bir görev için gelirmiş dünyaya; konuşamayan onca kız çocuğunun, ablalarımın sesi olmaktı benim görevim. Bunu hissediyordum. Bir yolculukta görmüştüm hayatımda görmediğim onca şeyi: Arabalar, insanlar, yollar, yemekler, mağazalar, trafik ışıkları, binalar, yol kenarındaki çeşit çeşit hayvanlar... Dünyaya yeni gelen bir bebek gibi izledim her birini. Kitaplarda anlatılan her şey şimdi yer buluyordu zihnimde. Hayat doğup büyüdüğüm yerden ibaret değildi. O yolculukta keşfettim en sevdiğim rengi, müzik dinlemeyi sevdiğimi. Kendi iç sesimi hiç bu kadar net duymamıştım. O yolculuk benim kendimle ilk yalnız kalışımdı.