22. Sayı
Gezi Yazıları
Bir mart günü sabahında geçiyorum kalacağım konağa ve beni uykusundan henüz uyanmış olan Nazire teyze karşılıyor pijamalarıyla. Öyle samimi ve ev sıcaklığında hissettiren bir yerdeyim ki ayrılacak olmanın hüznüne kapıldım daha şimdiden. Odaya çıkıyoruz ve beraber topluyoruz yatağın üzerindeki kurumaya bırakılmış çarşafları, neden burada olduğumu konuşuyoruz ayaküstü. Birazdan ocağa çay koyacağını haber ediyor ve ben dinlenmeye çekiliyorum. Öğle saatlerinde keşfe çıkıyorum Safranbolu’nun Eski Çarşı’sını. Bayılırım ilmek ilmek işlenmiş emek kokan ürünlerin satıldığı bitişik dükkânlara. Hiçbirini es geçmeden geziyorum, sohbet ediyorum esnafla. Bir yandan üretiyor diğer yandan kutu kadar dükkânında demlediği tavşan kanı çayını ikram edip seninle sohbet etmeye can atıyor. Tabii burası bir de lokum diyarı; yürüdüğün daracık sokaklarda ellerinde lokum tepsileri ve safran kolonyalarıyla dükkânlarının önünde seni bekleyen, en lezzetli lokumu sunmaya çalışan güler yüzlü esnafı eksik olmuyor.
Kırtasiye gibi bir yere giriyorum ve oradaki amcaya nerede kartpostal bulabileceğimi soruyorum. “Saat kaç?” diyor. “Üçe geliyor.” deyince “Takip et beni.” diyor ve sorgusuz sualsiz takılıyorum peşine. Yürüyorum ardından ama nereye bilmiyorum. Beni kartpostal diyarına falan götürecek diye düşünürken PTT’nin önünde buluyorum kendimi. Ama burası sıradan bir PTT değil, ilçenin atmosferine uygun şekilde inşa edilmiş bir Safranbolu evinin içinde bulunuyor. İçeri giriyoruz ve duvarda asılı bulunan raftan istediğim kadar kartpostalı ücretsiz alabileceğimi söylüyor. O anda aklıma ilk gelen tüm PTT’lerde böyle bir hizmetin sağlanıp sağlanmadığı oluyor. Hemen kapıyorum dört beş tane Safranbolu manzaralı kartpostalı, eh benden mutlusu yok şimdi. Keşfe devam edebilirim, yokuş yukarı çıkıyorum. Ta tepelerde gözüme kestirdiğim bir yapı var, gösterişli sarı renkte bir bina: Eski Hükûmet Konağı veya diğer adıyla Kent Tarihi Müzesi.
Yolda olmayı hep sevmişimdir, bir yere ulaşmaktansa asıl keyif veren budur bana. Yürürüm ve bilirim ki sürprizlerle karşılaşacağım o yolda, kimi üzen kimi sevindiren ama beklenmedik olması beni ağına çeken. Kimselere rastlamadığım sokakların ruhu diğerlerine nazaran bir başka oluyor, etraftaki her bir detayı inceliyor ve orada zamanında kimler nasıl yaşamıştır diye düşlüyorum. Tabii yollar taşlık olduğundan düşmemek için gözüm bir yandan yerde yürüyorum. Nihayetinde varıyorum o sarı binaya. Sağ yanımda daha demin geçtiğim kıvrımlı sokaklar, sol yanımda ise dağın eteğine dizilmiş köy evleri ile buranın manzarası beni kendine hayran bırakıyor. Oturup manzarayı ve insanları seyrediyorum bir süre. Daha sonra müzeyi geziyor, tarihini öğreniyorum. 1976 yılına kadar hükûmet konağı olarak kullanılan bu bina, çıkan yangın sonucunda kullanılamaz hâle gelmiş. Ardından 2006 yılında müze olarak yeniden hayata kazandırılmış. Müzede Safranbolu’nun kültürünü yansıtan birtakım detaylara rastlıyoruz: geleneksel kıyafetler, madenî paralar ve çeşitli eşyalar. Müzenin zemin katında bulunan Esnaf ve Zanaatkârlar Çarşısı'nda lokumcu, demirci, bakırcı, yemenici gibi Safranbolu’nun önde gelen mesleklerini tanıtmak amacıyla özgün canlandırma tekniğiyle yapılmış olan çalışma ortamlarını inceliyorum. Eskiye bir bakışla temas edip ayrılıyorum buradan ve yolun beni nereye götüreceğini bilmeden yürümeye devam ediyorum Safranbolu sokaklarında.
Lokum ve Safran Müzesindeyim. Beraber lokumun tarihini öğrenelim mi? 18. yüzyılın sonlarına doğru sert şekerlerden sıkılan I. Abdülhamid’in yumuşak şekerleme isteği üzerine bir tatlı yarışması düzenleniyor. Hacı Bekir Efendi denemelerinin sonucunda lokumu padişaha sunuyor ve yarışmanın kazananı oluyor. O günden bu yana lokum dünyanın birçok yerinde Turkish delight ismiyle tanınıyor. Günümüzde çeşitleri saymakla bitmez. Benim favorilerim arasında Antep fıstıklı çifte kavrulmuş ve brownie'li kaymaklı lokum var.
Safranbolu’nun da ismini buradan aldığı bölgede yetişen bitkilerden olan safrana değinmemek olmaz. Dünyadaki en pahalı baharatlardan biri olan safranın çeşitli kullanım alanları var. Öğrendiğim kadarıyla sarı olanları kozmetikte, kırmızılar ise yemeklerde kullanılıyor. Safranlı lokum ise halkın beğenisini bir hayli kazanmış ve en çok tüketilen lokum çeşitleri arasında yerini almış.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış olan Safranbolu, turistler için de ilgi odağı olmuş. Sokaklarda farklı milletten insanlara rastlamanız mümkün. Bir bakırcı dükkânında gezinirken Çinli bir arkadaş bile edindim.
Safranbolu bozulmamış mimari dokusuyla beni mest etti. Bakırcılar Çarşısı'nın içinde saklanmış olan kanyon ise beklenmedik oluşuyla beni en etkileyen yerdi. Şehrin hangi tarafına bakarsanız bakın bir dağ silüetiyle karşılaşıyorsunuz. Hatta o kadar çok dağ var ki zannımca isim koymakta dahi zorlanmış civar halkı, zira birinin adı Tepe Dağı'ydı.
Eğer siz de eskiden vazgeçemiyor, doğal olanı arıyor ve ruhu olan yerlere sığınıyorsanız Safranbolu’ya bir şans verin derim.