23. Sayı
Kitaplık
Doğu'dan Uzakta, gasbedilmiş hayatların ruhlarının dağılışı. Aidiyeti yutmuş, hazmedememiş, derin ve geçmeyen bir bulantıyla yaşayan ruhların hikâyesi. Bulantı kelimesini bilerek seçtim, Sartre'ı okuduğumda sadece içimi sıkmakla kalmıştı kitabı. Tanıdık bir hikâye, özgürce ve cesurca konuşabilirim hakkında, hakkım var buna ve yine, özgürce ve cesurca konuşamam, çünkü tanıdık bir hikâye. Adam'ın Naim'e dediği gibi, yıllar geçse bile Yahudi olman bu ülkeye girişinde bir sıkıntı olmasın sakın? Konulara giriş yapıp devamında çatır çatır konuşamamaktan bıktım, taşacağım son damlayı zevkle bekliyorum, çünkü şu ana kadar, mantığım baskın gelip susturdu. Ramiz'in dediği gibi, sen hiç aşağılanmış hissediyor musun Adam? Konuşurken sesin fısıltıya dönüşüyor mu?
Başını kaldırmalısın Ramiz. Öğrenmeliyiz.
Yıllarca sinir uçlarını törpüleye törpüleye hissetme yetisini bilinçsizce köreltmeye çalışmış insanlar, yıkılan arkadaşlıklarının ve "normalliğin" ölen mezarına bir çiçek bırakmaya çabalıyor.
"Gençliklerinin en güzel dönemini bir arada geçiren" "Hayalleri ve umutları olan" "Bir grup insan", "Farklı yerler", "Yıllar sonra..." "...ülkelerine dönmeleri" bu cümleler kitabın arka kapağında yazıyor. İnsanı çarpan bir tarafları var, muhtemelen aynı elektriğe daha önce kapılınıldığı için hissi daha vurucu oluyor.
Kararlar... İnsanın başı dik olmalı, göğsünü gerebilmeli, sonuçlarını sahiplenebilmeli. Çok güçlü cümleler kurmak, öfkemi kusmak, şefkat göstermek, alışmak ve anlamak istiyorum. İstemek, hissetmek, yaşamak istiyorum. Yedi yıldır koşuyorum, hedef neresi, başlangıç niyeydi, durdum mu, duracak mıyım, kitabın çoğu karakteri sanki beni duyup kendi koşularını benim kulvarımın yanı başına taşıdılar. Amin Maalouf, bir sürü Lübnan asıllı arkadaşım olmasına rağmen, neden senin karakterlerin daha canlı geliyor? Neden yanı başımızdaymış gibiler? Cevabı biliyorum, yine de sormaktan bıkmamalıyım; bilmek unutmamaya yetmiyor.
Doğu'dan Uzakta, Amin Maloouf'un okuduğum ikinci kitabı; fakat sanki onu tanıyormuşum gibi gelmişti daha ilk kitabından. Görünürde 16 güne sığdırdığı bir yüzleşme hikâyesi anlatıyor; ama yıllar var içinde. Dinler, diller, ülkeler, sınıflar, insanlar da var. Ben henüz sekizinci gündeyim; yedinci yıl sekizinci gündeyim. Lakin kitabı henüz bitirememiş olsam da öneriyorum, sonrasında pişman olmayacağım erken davranmaktan; çünkü bu kitabı görüyorum, hissediyorum, aslında zaten çoktan okumuşum gibi. Sadece bitirmesi kaldı, dergide paylaşabilmek için hızlıca bitirmek istemedim, okudukça beni yoruyor çünkü. Yakında son noktasını göreceğim, ben onu okurken onun beni bitirmesi kaldı geriye. Sonrasında yıkıntılarımı toplamak da uzun sürebileceğinden, şimdiden öneriyorum.
Herkesin derdi kendine ve bu böyle olmaya devam ettiği sürece, herkesin bir derdi olmaya devam edecek.
Bu 16 günlük hikâyeyi 17 yaşındaki kendime, 18'ine aylar kalan Yusra Mardini'ye, gelecekte güleceklerini umduğum tüm çocuklara ve sizlere emanet ediyorum.