29. Sayı
Denemeler
Adaymışım, ezilmiş zakkum çiçeklerinin sokak köşelerinde bıraktığı kokunun dilinden anlamaya. Adaymışım dört yanı kendimle çevrilmiş bana, bendeniz olmaya. Adanmışım, aynalara kaydedemediğim gençliğimin izini, dualarla saklamaya.
Haznesini yosun tutmuş bir ümidin, tortusuyla barıştığı yerden başlıyor hikâye. Elenip gölgelenip bazen de aldanıp büyütüyor içinde bir ada rüyasını. Akıp yankılanıp bulacak kendini bir bahçede, salınan sakız ağacının dibinde. Sakızdan süzülüp damla damla, Arnavut kaldırımlarından kıvrılarak varacak şileplerden en uzak, en dingin sahile. İsmi bazen yeniden koyulacak bir Ümitada, bazen bir erguvan diyecek kendi kendine;
“Sen yine de, Ümitada.’’
Balıkçı kayıkları tatlı bir öğle uykusundayken ve begonvil ağaçları rengini dinlendiriyorken bir taş evin balkon duvarında, dalgalar sakinleşince eski bir Boşnak türküsüyle, işte tam o saatlerde tutunabilmektir bazen güneşin öptüğü bir kayanın dibinde. Tutunmaktır akşam dalgalarının, okyanusa açılamayan öfkesinin dövdüğü tahta bir iskelede. Tutunabilmektir ağaçların heybetine meydan okuyan bir nilüferin sudaki aksine. Bir nilüfer kadar da olsan, bir adaya dönüşmektir bazen tüm mesele.
Issız, yönsüz, sonsuz değil koşulsuz olmak büyütür bir adayı belki de. Koşulsuzca sahiplenmek kaderini… Bahanelere emanet etmeden kabullenmek iklimini, varlığını, gerçeğini... Bir kuş da kanat çırpsa, bin ağaç da yaprak dökse, yarım bir gölge de düşse payına onu çoğaltmaktır esas olan. Dört başı mamur bir ada’nın adanmışlığı da derin olur, kökünden yaprağına.
Adaymışım, bir yaprağın suda kapladığı yerden başlamaya.
Adaymışım yapraklardan toprağa düşüp, suya kavuşmaya. Adanmışım, bir gölgeye de bin secdeye de kökümün tuttuğu her duayla.
Bir vapurdan bakanın gözünün kesmediği kadar uzakta, dalıp dalıp gidenlerin binbir hayal dizdiği ufukta, yaz ikindisinde de, fırtınada da, lodosta da bir adaymışım ben, kendimle karşı karşıya…