B'More Zaman Kapsülü

Yazar

Dilek Tanrıkulu

30. Sayı

Denemeler

"Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennettemi?
Buluşacak o Lenore'la, adı meleklerce konan,
O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklercekonan?
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”

-Edgar Allan Poe

 

Virginia eyalet sınırından çıkıp da ‘Welcome to Maryland’ tabelasını gördüğünüz anda sanki bir portaldan geçermişçesine değişen gökyüzü, değişen yollar, değişen insanlar ve değişen duygularla karşı karşıya kalırsınız. Washington DC’nin çöplüğü de denen, evsizlerin otobüslere doldurulup DC’yi temizleme pahasına bu şehre tıkıldığı kocaman bir çöplük. Ama biz burada 2000’lerin Baltimore’undan bahsetmeyeceğiz. Portalda iki boyut geriye gidip, 1800’lerin ortalarına, Baltimore’un şaşaalı zamanlarına adım atacağız.

DC’nin gri ve sıkıcı yaşamından sıkılmışların yarattığı, kültür, sanat ve eğlencenin kalbi olan Baltimore, sanatçıların ve devlet adamlarının en popüler uğrak yeri idi ve bu durum 19.yy’ın sonlarında tahtı Philadelphia’ya devredene kadar devam edecekti.

Tuğla döşeli Avrupai binaları, Arnavut kaldırımları ve limana bakan körfezi... Burası gerçekten Baltimore mu? Bir adım atıyoruz. Burnumuza sudan taze çıkmış mavi yengeç kokuları doluyor, Broadway pazarındayız. Ellerinde sepetlerle oradan oraya yürüyen çeşit çeşit ten renklerinin arasında, tek bir noktaya kümelenmiş bir grup, 19 yaşında özgür bir siyahi gencin kölelik karşıtı konuşmalarını dinliyor. Bu genci gelecekte aktivist “Frederick Douglass” olarak da tanıyacağız. Yürümeye devam edelim.

Köşede bir mezbaha için fazla gösterişli olan ahşap işlemeli bir bina... Gözlerimizi ikinci kata çevirdiğimizde ise pencerelerden sarkan güzel kadınları ile bir genelev bizi karşılamakta. Boyunlarındaki inciler ise Fells Point Limanı’na demir atacak olan gemiler için adeta bir fener misali parlamakta. Bu alt katında ölüm, üst katında hayat dolu ilginç yapıyı ileride içinde 2000’den fazla bira çeşidi bulunduran “Max’s Taphouse” olarak anacağız. Köşeden sola dönelim.

Baltimore şehrinin en eski barıyla karşı karşıyayız: The Horse You Came In On Saloon. İçeride kazandıkları paraları içkilerle çar çur eden bir grup İrlandalı denizci, barın en ücra köşesinde ise elinde favori içkisi Brendi Eggnog, önünde el yazılı defter sayfaları ile Tomahawk Man... Gözleri barın penceresinden dışarı, bir sokak lambasına konan kuzguna dik dik bakmakta. Bu müdavim, içkisinin son yudumunu alıp yarım bıraktığı yazıları ile bardan ve dünyadan o sonbahar akşamı ayrıldı. The Horse, Amerika Birleşik Devletleri'nin halen faaliyet gösteren en eski barı ve asıl adıyla Edgar Allan Poe’nun en son görüldüğü yer olarak kapsüldeki son durağımız idi.

Zaman, yaşam ve ölüm var oldukça işler. Geçmişte ve şimdi, benliğimiz var olduğu sürece kapsüllere hapsolmuş hayatların bir parçasıyız. Ben ise, kapsüllerdeki zamanı dondurmaya çalışan bir mimarım. Binaların ölmemesi için uğraşarak kent hafızasını koruma görevini üstleniyor ve bir nevi zamana karşı meydan okuyorum. Bizim bu portalda geriye gidip, bu ufak kapsülün içine girmemizi sağlayan Baltimore’un tarihi hafızası, zamanın yok edemediği kemikleşmiş yapıları ile Fells Point mahallesinde var olmaya devam etmekte.