9. Sayı
Denemeler
Sonbaharın son demlerinde bir gün, toprak kokusu geliyor penceremden. Hafiften perdeyi aralıyorum, siyim siyim yağmur; başımı cama yaslayıp birkaç dakika öylece izliyorum.Hani bazen sebepsiz içiniz sıkılır evde durmak istemezsiniz ya öyle bir his, acil bir telefon gelmiş gibi kendimi dışarıya atıyorum. Öyle nereye gittiğimin bir önemi yok, ayaklarımın gittiği yere yol alıyorum. Evimin olduğu mahalleden üç sokak ilerisi, daha önce bu yolu hiç kullanmadığımı fark ediyorum. Tam caddeye inecekken bir anda etrafı büyüleyen o koku sarıyor. İnsanın içini ısıtan cinsten şeyler hatırlatıyor bana. Annem geliyor aklıma, okuldan eve döndüğüm saatler, doğum günlerim...Nasıl geldiğimi hiç anlamadan kendimi Nevin ablanın yanında buluyorum. Sesi ile kendime geliyorum. “Size nasıl yardımcı olabilirim?” diyor. O an sanki dilim tutulmuş gibi ne diyeceğimi şaşırıyorum. Bir iki kem kümden sonra “Portakal.” deyiveriyorum. Keşke o gülümsemeyi anlatan bir his, bir kelime olsa diye geçiriyorum içimden.İşte Nevin abla ile yollarımız aynen böyle kesişiyor. Daha durumu ben anlayamamışken Nevin abla çoktan başlıyor ‘portakal kokulu’ hikâyelerini anlatmaya. Uyumadan önce annemin anlattığı masallar gibi duygudan duyguya sürüklüyor beni.“Tesadüfler kaderin bir parçası mıdır?” O günden sonra her günüm bunu düşünerek geçiyor.Üç sene boyunca kaldığım evin üç sokak ilerisinde böyle şirin bir çiçekçi dükkânının olduğunu bu sayede öğreniyorum. İçeride bulunan her çiçeğin ayrı bir hayat hikâyesi var, gerçekten öyle mi yoksa bütün bunlar Nevin ablanın hayal gücüne mi ait bilmiyorum. Belki de bildiğim gibi kalsın istiyorum. Hiç duymadığım çiçekleri onun sayesinde keşfediyorum. Kitapları, şarkıları, portakal kokulu kurabiyelerini, anlattığı hikâyeleri ve en önemlisi de çayın arkadaşlığını işte onun sayesinde öğreniyorum. Nevin abla, bir insanın başına gelebilecek en güzel rastlantı. Onun bütün hayatı işte bu çiçekçi dükkânı. Arka tarafta iki odası, sarmaşık gülleri arasında küçük bir kış bahçesi var. Bütün duvarları kaplayan tıka basa dolu kitaplıkları, masasının üzerinde çiçek ayraçlı kitabı ve ocağının üzerinden hiç inmeyen taze çayı, yanında olmazsa olmazı portakal kokulu kurabiyeleri... Öyle bildiğim kadarı ile pek kimi kimsesi de yok. Müşterileri de hep onun gibi naif ve duyarlı insanlar. Bir gün merakıma yenik düşüp eşi, dostu, çocukları olup olmadığını sormuştum. “Hiç olmaz olur mu!” demişti. Sonra ayağa kalkarak içeriye doğru yürüdü. Önce kitap dolu odasına gitti. Bak Nil, seni tanıştırayım bunlar benim dostlarım.Unutma Nil, kitap en güzel dosttur, onunla baş başa kaldığında sana vaktinin gerçekten boşa geçmediğini hissettirir ve asla ihanet etmez.Sonra haydi diyor şimdi de çocuklarımla tanışmalısın. Bu defa çiçeklerinin olduğu yere geliyoruz. İşte benim çocuklarım, hepsi birbirinden özel ve değerli. Çiçekler de aynı çocuklar gibidir. Onları büyüten ve bu kadar güzel görünmelerini sağlayan şey sevgi ve emektir. Sonra her gün birbirinden daha önemli şeyler bahsettiğimiz, zamanın nasıl geçtiğini fark etmediğimiz kış bahçesinde yer alan o küçücük masamıza oturuyoruz. Nevin abla o masaya asla çayı olmadan oturmaz ve yine kuralına uyum sağlayarak ocağın üzerinde fokurdayan çayından iki bardak dolduruyor. Sonra bana dönerek “Yalnızların yareni kimdir biliyor musun küçük hanım?” diyor. Bilmediğimi belirten gözlerle ona bakıyorum. Çay. Günün belirli saatlerinde buluşur birbirimize yoldaş oluruz; acıyı, hüznü, mutluluğu, yaşama dair ne varsa birlikte paylaşırız. Biliyor musun Nil, beni hiç yarı yolda bıraktığına şahit olmadım, diyor.O an tam olarak anlamasam da aradan geçen yıllar Nevin ablanın hikâyesini öyle güzel manalandırıyordu ki... Kırk sekiz yıllık hayat yolculuğunda insan yanında olmasını istediği şeyleri kırk sekiz elekten geçiriyordu nihayetinde. Bazen sahip olduğunuz özgürlüğü insanlar yalnızlık olarak adlandırabilirler ama unutmayın ki asıl yalnızlık kalabalıkların içinde kendinizi unutmanızdan başka bir şey değildir.Şair de ne diyordu dizelerinde: “Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır?”