10. Sayı
Denemeler
Dünya çoktan kurulmuştu. Yaratılan canlılar kendi popülasyonlarıyla gül gibi geçinip gidiyordu. Kurallar değişkenlik göstermiyor, büyük küçüğü avlıyor, ölen canlı toprağa karışıyor ve topraktan besin olarak yetişip başka canlılara can katıyordu. Üstelik hiçbiri bizim gibi milletlere ayrılıp kendi dillerini, kendi ırklarını yaratmamışlardı. Sonra biz geldik, insan indi yeryüzüne. Dünya daha öncesinde böyle bir kötülük görmemişti. İnsan büyük-küçük ne varsa avladı, nesiller tüketti, yetmedi kendi neslini tüketmeye başladı. İyi şeyler geçmiyor muydu hiç insanın içinden? Tabii ki geçiyordu. Ama geçmese de olurdu. Çünkü birbirine “sevgi” gibi kusursuz duyguyu besleyen insanlar, gidip toprakta biten gülü koparıp birbirlerine verdiler. Bunu yaparken bir gülü diğerinden ayırdıklarını hiç fark etmediler. Sonra yine kavga edip birbirlerini toprağa düşürdüler. Toprak hep sustu, yeryüzündeki canlılar hep sustu kendi aralarında. Yalnızca insan konuştu. Konuşan insandı ama anlaşabilen diğer canlılardı hep. Bütün bitkiler bir düzene göre toprakta bitiyordu. İnsan bu düzeni yerle bir etti. Neydi peki onları insandan ayıran? Bizim yapamadığımızı yapıyorlardı. Bütün bitkiler geldikleri yerden, yani toprak aracılığıyla anlaşırdı. Doğduğu yerden ve ölünce gittiği yerden. Biz geldiğimiz yeri unutuyoruz, ölmeyi yalnızca kendimiz için düşündüğümüzden. Bu yüzden “ölümden ötesi yok” demişler belki de. Ama var, ölümden öte özlem var, pişmanlık var, bir dolu bekleyiş ve o beklenen zamanın binbir türlü ızdıraba benzeyişi var. Diyorum ki, bir de geldiğimiz yerden haberleşelim seninle. Her şeyin bittiği o vakit her şeyin başladığı yerde buluşalım yani. Topraktan alalım bu sohbetin ilhamını, aramızda bitmek tükenmek bilmeyen nice muhabbetler olsun. Coğrafyamızda ismin gibi mis çiçekler koksun, arkamızdan önümüzü aydınlatan mutlu bir güneş doğsun. Kimseye dokunmasın zararımız insanlık olarak, bırakalım da güller ait oldukları yerde, dalında solsun.