10. Sayı
Röportajlar
1. Hoşgeldiniz, sizi tanımayan okurlarımız için, kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Ben 1989 yılında doğdum. Lisede müziğe başladım. Üniversitede de endüstriyel tasarım eğitimi aldım. Hayatta ne yapacağımla ilgili kararım üniversitede şekillendi biraz. Hem müzisyen olup hem de tasarımla, yaratıcılıkla ve yazarlıkla ilgili şeyler yapmak istiyordum. Okurken, üniversitede şarkılar yazmaya başlamıştım zaten. Diplomamla müzik aletimi aynı anda elime alıp İstanbul’a geldim. Dedim ki, diploma biraz beklesin müzikten gideyim. Bir albüm daha yapalım, konserler verelim; hayat karşımıza neler çıkarır bakarız dedik. Sonra dönem dönem sadece müzisyen oldum, dönem dönem hem tasarımcı hem müzisyen oldum, bazen de hem müzisyen hem yazar oldum. Bu süreçte reklam ajanslarına girip reklam yazarlığı kariyerimi de sürdürdüm. Şu anda 31 yaşındayım ve hem reklam yazarlığı yapmaya devam ediyorum hem de Yok Öyle Kararlı Şeyler’de yeni albüm hazırlığındayız. Hatta bir ay sonra çıkacak. Bu salı günü de klip çekimimiz var, devam ediyor. Bir yandan da Gain platformunda “Teleskobuma Takılanlar” adındaki kendi içeriğimi hazırlıyorum. O da şimdi başka bir şeye evrilecek, devam ediyor. Yani akış halindeyiz.
2. Sizi YÖKŞ grubunun vokali, tasarımcı ve reklamcı, yani çok yönlü biri olarak tanıyoruz. Fakat siz kendinizin nasıl tanınmasını isterdiniz?
Çok yönsüz olarak tanınmak isterdim. Tek yönlü olmayı çok isterdim gerçekten. Orada uzman olmak, hayatta bir şeyi seçip -mesela masa tenisi- onun uzmanı olmak, olimpiyat oyuncusu olmak isterdim herhalde. Ama öyle bir şey olamadı. Her şeyden biraz yapmaya çok hevesim var benim çocukluktan beri. Duramıyorum yani. Yemek yaparken bile diğer elimle gazete okuyorum veya başka bir şey yapıyorum. İki elim varsa onu hakkı ile kullanmaya çalışıyorum. Kendimi nasıl tanıtırım: Evet çok yönlü ve içinde fikir bazlı bir şeyler yaratmaya meyilli, üretmeye meyilli işler yapan bir adam olarak tanıtabilirim. Hafif romantik, hafif muzip ama çalışkan, hayatı seven, eşini seven bir insanım.
3. Erdem Bey, baktığımızda Yok Öyle Kararlı Şeyler için yıllar içinde çizgisini bozmayan ve köklü bir alternatif rock grubu olduğunu söyleyebiliriz. Farklı türe yönelen çok fazla grup var özellikle ‘pop’. Peki siz alternatif rock gruplarındaki bu değişimi nasıl buluyorsunuz, YÖKŞ grubunun da gelecek planları nedir ve bir değişim olacak mıdır?
Tabii değişmek müziğin de insanın da doğasında var. Zaten aynı kalmak, aynı şeyi sürekli yapmak çok sıkıcı bence. O yüzden anlayabiliyorum o değişim psikolojisini diğer gruplarda da. Hangi yöne doğru değişecekleri kendi kararları. Pop yapan biri rap veya rap yapan biri türk sanat müziği yapabilir. Her şey olabilir, iyi hissediyorsa yapsın. Bizdeki değişim ise şu oldu: Biz çok özgün başladık yani nevi şahsına münhasırdı bizim başlangıç, çok iddiasızdık. Beş kişi dinlese “İyi ne güzel beş kişi.” diyorduk. O iddiasızlığın baya bir faydasını gördük. Sonra çok yayılınca, milyonlarca dinlemeye ulaşınca ve bundan para da kazanmaya başlayınca bu sefer şirketler, sponsorlar girdi işin içine ve ciddileşti. Sonra biz de acaba genele mi oynasak diye düşündük bekleyen albümde, şarkı sözü kısmında. Çok sevdiğim ve içten bulduğum şarkılar var. Örneğin ‘Yolların Sonundayım’ veya ‘Kalabalıklar’ falan çok dürüst şarkılar. Bazı şarkı sözleri, bence severler diye düşünüp yazdığım sözlerdi. Sonradan pişman oldum. Şu anda yeni yaptığımız şarkılar; yine eski YÖKŞ gibi tamamen istediğimiz, gerçekten düşündüğümüz, biraz daha muhalif, dinamik ve britrock diyebileceğimiz ögeler taşıyan güçlü müzikler olacak. Mart ayında çıkacak. Uzun bir aradan sonra biz de heyecanlıyız tabii, dinleyicilerimize yeni bir şeyler sunacağız. Kadromuzda değişiklik oldu ister istemez, hem pandemiden hem hayat şartlarından dolayı. Eski gruptan bir tek klavyeci Çağrı ve ben varız şu anda. Davul, bas ve gitarda yeni arkadaşlarımız var. Yeni bir grup, yeni bir ekip olmanın da kimyası ve enerjisi iyi hissettirdi açıkçası. Onların da yetenekleri sayesinde bence çok daha güçlü bir YÖKŞ bekliyor dinleyenleri.
4. Son zamanlarda GAIN Medya’da yeni bir program yapmaya başladınız. Bu galiba sizin ilk kişisel projeniz. Genel olarak “Teleskobuma Takılanlar” nasıl başladı ve bu projenize karşı geri dönütler nasıldı? Bunu merak ediyoruz.
Evet. Yani benim ilk defa tek başıma yaptığım bir şey, şimdiye kadar hep ekip çalışmasıyla bir şeyler ürettim ben. YÖKŞ’te de, üniversitede de, iş hayatında da, falan. Ama teleskobuma takılanlar; çekimiyle, kurgusuyla, seslendirmesiyle, metin yazarlığıyla falan tamamen benim yaptığım bir işti. Zaten küçük de bir şey, prodüksiyonu var yani. Bir teleskobum var ona telefonumu bağlıyorum, başlıyorum kaydetmeye. Bir oraya doğrultuyorum, bir buraya doğrultuyorum. Pandemi döneminde aldım ben bu teleskobu, evlere kapandık madem böyle gezelim diyerek. Teleskopla böyle Kadıköy’e, Üsküdar’a, Eminönü’ne bakıp çeşitli gözlemler yapıyordum. Aslında teleskop nedir? Uzay gözlemleri, gökyüzü gözlemciliği için icat edilmiş bir şeydir ama ben bunu biraz gökyüzündeki yıldızlardansa şehirdeki yıldızlara çevirdim merceğimi ve onlardan çok acayip hikayeler doğduğunu fark ettim. Bizim eski davulcumuz Boğaç sağ olsun GAIN’e önermiş beni, “Erdem böyle bir şey yapıyor, belki ilginizi çeker.” diye. Bana ulaştılar “Bize bir demo hazırlar mısın? Nasıl görüneceğine bakalım. En az 2-3 dakikalık bölümler olsun. Seslendir sen bunu.” şeklinde onlar da biraz yönlendirdi. Onlar hem Reels’de yaptığım şeyi istediler içerik olarak hem teleskobu ama ben çalıştığım için bir yandan ikisinin mümkün olmadığını söyledim. Teleskobu yapabileceğimi söyledim öncelik olarak, başladım ve 7 bölümlük bir anlaşma yaptık onlarla. Son bölümü bu hafta pazar yayınlanacak. Çok güzel bir yolculuktu, aşırı keyif aldım. Çok yordu beni hem iş hem müzik hem bu içerik üretimi ama şu an geldiğim yerden çok memnunum. Sonsuza kadar insanlığın izlemesi için programlar kısmında duracak 7 bölümlük bir içeriğim var.
5. Son dönemlerde albüm satışlarından ziyade konserlerin maddi anlamda daha çok gelir getirdiği su götürmez bir gerçek. Yaşanan pandemiyle birlikte konserler de sekteye uğradı. Bu durum sizi nasıl etkiledi?
Müzisyenlerin çoğu -eğer besteci ya da aranjör değilse- sadece konserle geçiniyor. Bu nedenle müzisyenleri ve müzik emekçilerini pandemi çok etkiledi. Sadece bu işi yapan eşim dostum büyük sıkıntılar çekiyor. En temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeydeler şu an. Devletimiz de çok geç kaldı. Gönül isterdi ki çok daha erken davranıp en azından temel yaşam standartlarını karşılayabilecek bir şeyler verebilseydi sanatçılarına. Ordan da bir destek göremeyince müzisyenler evlerine kapandılar. Ben bu açıdan şanslıydım. Çünkü çok evvelden beri hem mesleğimi hem de müziği bir arada sürdürmeye çalışıyorum. Bu beni bazen yorardı. Mesela müziğin iyi gittiği zamanlarda arkadaşlarımı kıskandırdım. Onlar kulise çok erken giderlerdi, takılmaya başlarlardı. Ben geç kalırdım. Keşke sadece müzisyen olsam derdim. Ama şimdi iş tam tersine döndü. İyi ki bir mesleğim varmış dedim. Ama empati yapıyorum ve tabiki de sarsıcı ve kötü etkiledi diyebilirim cevap olarak.
6. ‘Şarkı Sergisi’ ve ‘Ah Lunapark’ projeleriyle farklı sanat dallarıyla bir etkileşim gerçekleştirdiniz. Örneğin biz sizin şarkınız sayesinde Bahadır Cüneyt Yalçın’ın eserleriyle tanıştık. Peki bu iki proje nasıl ortaya çıktı?
Şarkı Sergisi, üniversitedeyken akımda olan bir konsept idi. Ben o zamanlar çizim odaklı bir eğitim alıyordum. Bir yandan şarkı da yazdığım için şarkı çizmeyi bu derslerde yapardım. Kafamda bir şarkı var sözlerde tıkanıyorum, onun dünyasını çizerdim. Örneğin ilk “Armut” şarkısını çizmiştim. Sokağı çizdim, çocuğu çizdim, eline salça ekmek çizdim, gördüm ki şarkının aslında bir dünyası var. Kafama attım bu fikri, yıllarca içimde durdu bu fikir benim. Daha sonra 2014’te ikinci albümümüz çıkınca bir lansman yapmamız gerekti, lansmanda genelde arkadaşlarını ve basını davet edersin ve konser gibi yeni albümünü çalarsın. Bu tarz lansmanlarda benim sevmediğim şey şudur; ilk kez dinliyorsundur o şarkıları, eşlik de edemezsin. Öyle klasik bir lansman yapmayalım dedik ve “Şarkı Sergisi” yapmaya karar verdik. İki disiplinin bir araya getirilmesiydi bizim için. Çeşitli tasarımcılara ulaştım. Bütçemizin de olmadığını belirterek fikrimi paylaştım, satıştan elde edeceğimiz geliri onların alabileceğini söyledim. Aramızda böyle bir anlaşma yaptık. 17 sanatçıyla Karaköy’de sergimizi açtık. 4 gün açık kaldı. 4 gün içinde binlerce insan geldi. Çok güzel bir etkileşim yakaladık. 2017 yılında ikinci sergimizi “Bekleyen” albümümüzde yaptık. Sonny’nin sponsorluğunda Zorlu bize kapılarını açtı. 10 şarkımız olduğu için bu sefer 10 farklı sanatçıyla çalıştık. Sergimiz 3 ay kaldı ve daha fazla insana ulaştı. Çok güzel bir projeydi. Bahadır abiyi ise “Afili Filintalar”da keşfetmiştim. İçinde birçok yazarın olduğu edebi bir sayfa vardı. Ordan bir şiirini bir şarkımda kullanmak için mail atmıştım. Sağolsun o da olumlu karşılık verdi. Domates şarkısının sonunda onun “Hobby” şiirini kullanmıştım. Oradan bir ilişki yakaladık, 2 yıl sonrasında “Erdemcim böyle bir kitap yazıyoruz, bu kitabın müziğini sen yap çok isterim” dedi. Bana kitabın taslağını yolladı. Ben de bir gece de kitabı okudum. Ertesi gün de şarkıyı yazdım. Çok hızlı oldu. O zaman da çok yoğundum sabahlayarak çalışıyordum. Bir şeyler üretme isteği güzel insanlarla buluşturuyor, farklı kapılar açıyor. Bence bunlar düzenli olarak bir şeyler üretmenin faydaları.
7. Instagramda yaptığınız içerikler şu anda bir işe dönüşmüş durumda. Özellikle reels videoları. Biz bunun başlangıcını biliyoruz fakat bilmeyen okurlarımız için anlatabilir misiniz?
Yeni bir özellik zaten Instagram’daki bu reels özelliği, Ağustos ayında çıktı. O zamana kadar hayatım boyunca ben de hep dikey video çekmiştim. Normalde videolar yatay çekilecek formattayken ben nedense dikey formatta örneğin Kevser’i çekmiştim yıllarca ya da dolaşırken bir şey gördüğümde falan. Böyle bir özellik gelince de dikey formatta bunu kullanma imkanı sunulunca ki en önemli ve en güzel kısmı bir de müzikle, telif sıkıntısı yaşamadan istediğin herkesin müziğini kullanabiliyor olmak bence. Öyle de olunca “Aha bu tam benlik, deneyeyim” dedim. Birkaç deneme yaptım ve baktım güzel, insanlara ulaşıyor, beğeni de alıyor. Sonra biraz daha ciddiye alarak yapmaya başladım. Daha iyi müzikler seçip kurguları ona göre oturtmaya çok özen gösterdim. Premier Pro öğrendim, sırf bunu daha iyi yapabilmek için. Telefonuma Premier Rush indirdim, tavsiye ederim kurguya ilginiz varsa. Çünkü Instagram’ın içinde yapmak çok zor, biraz uğraştırıyor yani. Sonra ‘We Are The Walkers’ adlı sayfa benimle iletişime geçti. Tabii o da bazı açılardan çok sınırlı, örneğin; içki, marka, çocuk ve ibadethane gibi şeylerin video içeriklerinde kullanılması yasak, yasalar gereği. Ben de severim böyle kuralları, bence yaratıcılığı dizginliyor. “Tamam ya, bunların olmadığı şeyleri yapabilirim.” dedim. Anlaştık ve hem kendim hem de onlar için bu işi yapmaya başlamış oldum. O da son bulacak yakında ama başka teklifler de geliyor tabii markalardan. Değerlendiriyorum teklifleri.
8. Genel olarak sanata yönelmeniz müzik aracılığıyla mı oldu? Eğer öyleyse ilk çaldığınız müzik aleti nedir?
Sanata yönelmem resimle oldu aslında. Sanatçı olmak çok büyük bir lütuf bence, ben hala kendimi sanatçı olarak görmüyorum. Ama sanatçı olmak için çalışıyorum. Sanata olan ilgim çocukluktan beri hep vardı. Çocukken bol bol resim çizerdim, yarışmalara katılırdım. İlkokulda ve ortaokulda derecelerim vardı. Bulunduğum sınıflarda en iyi resim çizen bendim. Sevdiğim kızların defterlerine onların sevdiği çizgi film karakterlerini çizerdim. Ya da derbeder aşık erkek arkadaşlarımın hoşlandığı kızların portrelerini çizerdim. Onlara kontör karşılığı satardım. Aslında spora da ilgim var, sporcuydum da. Sporcu bir anne babanın oğluyum ben. Futbol, basketbol, voleybol spor dallarında iyi bir oyuncuydum. Ama müzikle tanışmam lisede oldu. Lise hazırlıkta ilk gitarımı babam aldı. O gitarla klasik eserler çalmayı öğrendim. Çok iyi bir gitarda değildi. Sonra hemen 2005-2006 dönemin rock akımına kapılıp Athena, Duman, Şebnem Ferah gibi şarkıcıların şarkılarını yalayıp yuttum. O zamanlar çok kolay değildi internette akorları bulabilmek, tamamen dinleyerek öğreniyordum. Gitarı elime alıp dinleye dinleye saatlerce tek başıma uğraşıyordum. Daha sonra kendimi keşfetmem çok uzun sürmedi. Acaba kendim yazsam nasıl olur diye merak etmeye başladım ve bu merakla başladı. İlk yazdığım şarkı çok kötü oldu, daha sonra yazdım yine kötü oldu derken aralarından daha az kötüyü buldum. Daha sonra iyi bir şeyler çıkmaya başladı. Daha sonra sevdiğim, gerçekten iyi oldugunu düşündüğüm birkaç parça daha yazdım derken ilerledi. Önce “Gelişi Güzeldi” grubun adı daha sonra “Yok Öyle Kararlı Şeyler” oldu.
9. Son olarak müzik, tasarım veya reklam alanında çalışmalar yapmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz var mıdır?
Hiç de sevmem aslında böyle bir şeyler önermeyi, aslında herkes kendi keşfetmeli. Çünkü bende çalışan bir şey başkasında işe yaramayabilir. Kendi deneyimlerimden yola çıkacak olursam merak, heves ve empati çok önemli. Ya da iki şey söyleyeyim: Merak ve empati. Merak sizi geliştiriyor, sürekli heyecanda tutuyor ve sıkılmıyorsunuz. Sonuç kötü bile olsa iyisini merak ediyorsunuz ve devam etmenizi sağlıyor. Empati de şunu sağlıyor; sonuçta yaptığın reklam, tasarım, şarkı da olsa bir kullanıcısı vardır. Dolayısıyla empati de şurada devreye giriyor, o kişiyi anlamamızı ve tahlil etmemizi sağlıyor. Yani bu o kişiye hitap eder mi, ona yansır mı veya onun hayatında bir yere dokunur mu? Sırf kendi hoşuna gidiyor diye reklam yazamazsın veya çok güzel oldu diye şarkı yazarsan eğer eyvallah da yayılmaz, insanlara dokunmaz ve çok kişisel kalır. Bu kişiselliğin sınırlarını aşmak için empati, devamlı kendini geliştirmek için de merak gerekiyor. Bu iki kalıbın dışında çok bir şey söyleyemeyeceğim.