32. Sayı
Röportajlar
Sevgili Gülten Dayıoğlu, benim ve benim gibi birçok gencin çocukluğuna dokunan, hayal gücümüzü zenginleştiren eserlerinizle büyüdük. Bugün 26 yaşındayım ve hala kitaplarınızdan aldığım ilhamı hayatımda taşıyorum. Türk edebiyatının bu çok yönlü kaleminden, çocuk edebiyatından gençlik romanlarına, fantastik öykülerden toplumsal gerçekçiliğe uzanan geniş bir yazın yolculuğunu dinlemek benim için büyük bir mutluluk. Bu röportajda hem edebiyat yolculuğunuzun dönüm noktalarını hem de o içten, samimi kaleminize güç veren ilham kaynaklarını keşfetmek istiyoruz. Sizi daha yakından tanımak, okurlarınız adına büyük bir onur.
Nasılsınız Gülten Hanım? Öncelikle davetimizi kabul ettiğiniz ve bizimle bu sohbeti gerçekleştirdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Bize biraz bugünlerdeki gündeminizden ve nelerle meşgul olduğunuzdan bahseder misiniz?
Raf Dergisi yönetici ve okurlarını sevgiyle selamlıyorum. Hatırımı sorduğunuz için mutlu oldum. Bildiğiniz gibi 1935 doğumlu bir kişi olarak, iyi sayılırım. Üç hafta önce, olanca içtenliğimle, bir buçuk yılda yazdığım yaşam öykümü Yapı Kredi yayınevine verdim. İlkbahara yayınlanacak. Eserin adını henüz belirleyemedim.
Şimdilerde ne yaptığımı soruyorsunuz. İstek üzerine zoom yöntemiyle okullara bağlanıp, okurlarımla söyleşiler yapıyorum. Dergi, gazete ve televizyon yapımcılarından gelen davetlere uyarak, söyleşilere katılıyorum. Kitap okumaya da zaman ayırmadan duramıyorum. Ara sıra, konuşmacı olarak davet edildiğim kültürel toplantılarda konuşma yaptığım da oluyor. Bu arada yaşım nedeniyle, sağlık sorunlarıyla da sıkı fıkı yaşıyorum.
Reşat Nuri Güntekin ile tanıştığınızda henüz okuldaydınız. Bu karşılaşma sizin için nasıl bir anlam taşıdı? İlk izlenimleriniz nelerdi?
Reşat Nuri Güntekin Beyefendi ile Nişantaşı Orta Okulu, ikinci sınıftayken tanıştım. Öncelikle, öğretmenimin sonra da Reşat Nuri Bey’in, taşralı sıradan bir kız öğrenci olmama karşın, yeteneğime gösterdikleri içtenlikli ilgiden, çok çok hoşnut oldum. Okulda üstüme abanan taşralılıktan sıyrılmama ve yazmaya daha istekle tutunmama, çok etkisi oldu bu buluşmanın.
Başka bir deyişle, sosyal durumumuzun epey bir yetersiz olmasına karşın, kendime güvenim oluşmaya başladı.
Öğretmenlikten yazarlığa geçiş süreciniz oldukça ilham verici. Çocukların hayal gücü ve merakları sizi yazmaya yönlendiren en büyük güçlerden biri mi oldu?
Ben, ilkokul üçüncü sınıftan beri, kısa öyküler yazıyordum. Çünkü öğretmenim o dönem, doğuştan yazma yeteneğine sahip olduğumu belirtip, beni kütüphaneye götürmüştü. Yazar olabilmek için çok bilinçli bir okur olman gerekir, diyerek, yolumu çizmişti. Öykülerim yaşam içinde gözlemlediğim, kadın sorunlarına dayalıydı. Başka bir deyişle; sosyal içerikliydi. Yunus Nadi Öykü yarışmasında 1964-65 yılı ödülünü, evinde urgana tutunarak kendi kendine doğum yapan bir köylü kadının, “Döl” adlı öyküsüyle almıştım. Daha sonra öğretmen olunca, kendimi çocukların arasında buldum. Onlardan esinlenmeye başladım. Çünkü onları çok sevdim. Bu yüzden, o zamanlarda ülkemizde, adı bile geçmeyen Çocuk Edebiyatı’nın, tohumlarını atanlardan oldum.
Sizin kitaplarınızla büyümüş biri olarak size sormak istiyorum: Yazarken okurlarınızla aranızda nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Onların hikayelerinize katacağı anlamları düşünerek mi yazıyorsunuz?
Yazmadan önce konuyu belirliyorum. Bu konuya göre romanı yazma planımı hazırlıyorum. Bu aşama, aynı zamanda, yoğun düşünme–araştırma aşaması oluyor. Sonra yazmaya başlıyorum. Plan ve araştırma sağlamsa, düzenli olarak yazmak koşuluyla, Bir-bir buçuk yıl sürüyor bu yazım aşaması.
“Fadiş” gibi nesiller boyunca okunan ve klasikleşen bir eserin yazarı olmak nasıl bir duygu? Sizce bir hikâyenin yıllar geçtikçe değerini artırmasının sırrı nedir?
Fadiş benim yaşamımdan esinlenerek yazdığım ilk çocuk romanım.1971 yılında basıldı. Döneminin, çocuk kitapları alanında, ilk ÇOK SATAN KİTABIDIR. Şimdilerde sanırım yüz onuncu baskısı okunmakta.
Yeni kitabım, geçmişten bu yana okurlarımın, “Fadiş siz misiniz?” sorusunu yanıtlarken verdiğim sözü yerine getiren bir kitaptır. Çünkü Fadiş sen misin diyenlere: “O kitabı kendi çocukluğumdan esinlenerek yazdım. Gelecekte, Fadiş kitabının sonundan itibaren, onun gerçek yaşamını, ayrıntılarıyla sizlere sunacağım.” demiştim. Sözümü yerine getirdim. Fadiş’in, böyle kuşaklar boyu okunmasında, çocuklukta başımdan geçenleri, içtenlikle anlatmam, başkabir deyişle, onlara en doğal halimle içimi açmamın etkisi olmuştur diye düşünüyorum.
Fantastik ve bilimkurgu türünde eserlerinizle birçok genç okura hayal dünyasının kapılarını araladınız. Peki bu türlerde yazmaya olan ilginiz nasıl başladı? Sizi bu dünyalara çeken özel bir anı ya da ilham kaynağı var mı?
Fantastik ve bilim kurgu türünde kitaplar yazmayı, gençliğimde, hiç aralıksız olarak, on beş kez gidip, gezme olanağı bulduğum, Frankfurt Kitap Fuarına boçluyum. Almanya’da bana ve sanatıma sahip çıkan yakınlarım vardı. Bu nedenle her yıl eşimle birlikte fuara gidebiliyorduk. Orada, her türden, çocuk kitabıyla karşılaşıp, onları inceleme olanağı bulmam, benim gözümü açıp, zihnimi ve yeteneğimi tetikledi.
116 ülkeyi gezmiş biri olarak, seyahatlerinizin yazılarınızda nasıl bir etkisi oldu? Hangi coğrafya sizi edebi anlamda en çok besledi?
Dünya gezgini olmak, beni zihinsel ve ruhsal yönden, yonttu. Dünyamız ve insanlığın halleriyle, doya doya beslendim. Gezileri, sıcağı sıcağına teybe kaydederek on üç adet gezi kitabı yazdım. Hepsi de Yapı Kredi Yayınları’nda basıldı. Bu kitaplar, okullara kadar kaynak kitap olarak girdi.
Edebiyat hayatınız boyunca hem okurlarınızdan hem de eleştirmenlerden birçok geri dönüş aldınız. Sizi en çok etkileyen, unutamadığınız bir okur anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Merhum eşimin sağlık sorunu için, doktorumuz bizi, Amerika’da yer alan Mayo Kliniğe yolladı. Oradan dönerken, Kennedy havalimanında, torunlara küçük birer armağan aldım. Veznedeki görevliye kredi kartımı uzattım. Genç kadın adımı öğrenince, çığlık atarak ağlamaya başladı. Sonra, tezgâhtan uzanıp, bana sarılmaya kalkıştı. Üstelik, şu sözlerle yüreğimi burkup acıttı: “Gülten hanım, ben fadiş kitabınızı okurken, Ankara’da analı babalı bir yuvam vardı. Annemle kitabınızı birkaç kez okumuştuk. Ne var ki üniversiteyi bitirdiğimde, annem, babam, ninem, dedem sırayla öldüler, yapyalnız kaldım. Amerika’ya çalışmaya geldim. Yıllar önce... Kimsesizliğim hala sürüyor. Kartta adınızı görünce o günler dirildi belleğimde. Onun için böylesine duygu sınırlarını aştım.”dedi. Ben de “Türkiye’ye gelirsen eğer, orada senin kimsen olmaya hazırım.” dedim. ağlaşarak ayrıldık.
Çocuk edebiyatı alanında öncü bir yazar olarak, günümüzde çocuk kitaplarının niteliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu alanda yeni nesil yazarlara neler önerirsiniz?
Ben başlangıçtan bu yana hep, nitelikli çocuk ve gençlik kitabının peşinde koştum. Bunu yaparken, çocuk edebiyatımızın bu günlere geleceğini hiç düşünmemiştim. Çocuk yazını alanında, belirgin bir çözülüp dağılma var. Başta yöneticiler olmak üzere anlamsız bir bir umursamazlık içindeyiz. 1979 yılı, UNICEF tarafından, ÇOCUK YILI olarak ilan edilmişti. Bu süreçte, kalemler öyle bir coşmuştu ki! Çünkü biz yazarlar, birbirimizle daha iyi, daha nitelikli çocuk ve gençlik kitabı yazma yarışındaydık. Gerçekten, sorumluluk bilinciyle yazılmış eserler sunuluyordu okurlara, Çok tanınmış saygın yazarlar bile, çocuk edebiyatında eser vermeye başlamışlardı. Bu kitaplara ilgi de pek çoktu elbette. Bu hava içinde yayıncılar da birbirleriyle yarışıyordu.
İşte ne olduysa bu yarışta oldu. İlgi ve kazancın yükselişiyle, Çocuk kitabı basan yeni yeni yayınevleri türemeye başladı. Her bulduğunu yiye, kişilerde olduğu gibi, obezite başladı çocuk edebiyatında. Nitelik görmezden gelindi. Çalakalem yazılmış, göz boyayıcı kitaplar, ayrık otu gibi piyasayı sardı. Elbette yazarlar arasında benim gibi, duruma karşı direnen arkadaşlarımız var. Ama, dil, anlatım ve nitelikten ödün vermeme ilkelerini, görmezden bilmezden gelenlerle başetmek de kolay değil. Çünkü bu yolda yürümeye karar vermiş olan yayınevleri, alana öylesine büyük yatırımlar yapmışlardı ki! Bizim sesimiz, sinek vızıltısı gibi geliyordu. Herkes, dilediği gibi yazarak, yollunda ilerliyor. Ne diyeyim, Elleri dert görmesin!
Son olarak, genç okurlarınıza ve yazarlık yolunda ilk adımlarını atanlara vermek istediğiniz en önemli mesaj nedir? Hayal gücünün ve yazının gücü hakkında onlara neler söylemek istersiniz?
Yazma yeteneğiyle Dünya’ya gelen güzel evlatlar! Yeteneğinizi boşa akan çeşmeler gibi harcamayın. Ama ille de yazar olacağım tutkusuna kapıldıysanız, önce kendinizi geliştirme yollarını arayın. Bu yolların en kestirme ve sağlamı: nitelikli kitaplar okumayı yaşam biçimi edinmektir. Ben bu yola kitap okuyarak girdim. Hala da kitap okuyorum. Kitabevlerindeki, kütüphanelerdeki nitelikli kitaplar sizleri bekliyor. Yolunuz açık başarılarınız bol olsun!
Sevgili Gülten Dayıoğlu, bize zaman ayırıp bu içten sohbeti gerçekleştirdiğiniz için yürekten teşekkür ederiz. Sizin kitaplarınızla büyüyen biri olarak, burada sizinle konuşmak benim için unutulmaz bir anı oldu. Eserlerinizle hayatımıza kattığınız sıcaklık ve ilham için size minnettarız. Yeni projelerinizi heyecanla bekliyoruz, iyi ki varsınız ve iyi ki yazıyorsunuz!