Sabah Yürüyüşü

Yazar

Demirkan

7. Sayı

Öyküler

Sıcak bir yaz günü sabahı kalkan genç, kahvaltı sonrası üstünü değiştirip evdekilere bir-iki saate geri geleceğini söyleyerek evden çıktı. Telefonunu yanına almayı tercih etmemişti. Hoş, evdekilerin “Sabah sıcağı birazdan öğlen sıcağına dönecek, istersen akşam serinliğine doğru çıkarsın.” önerisini kibarca reddetmiş ve kimselerin çıkmayı tercih etmediği bu saatte sokağa fırlamıştı.

Köyün içinden geçen anayol üzerinde oturuyordu. Evin kapısından dönüp araba yolu boyunca köy çıkışına gelecek ve ikiye ayrılan kasaba dönemecinden sol saparak yan köy yoluna, oradan da tekrar bir sol yapıp tarlaların bulunduğu arsalara sapacaktı.

Tarla yoluna sapıp bir müddet yürüdükten sonra, sağ yanı boyunca uzanan yüksek ağaçların, yürüdüğü yolun üstüne düşürdüğü gölge altında, sıcağın etkisinden bir müddet kurtularak, yoluna devam etti. Gencin aslında terlemekten pek de korkusu yoktu. Nedendir bilinmez tam bu saatte çevresinde olan biteni görmek istiyor, vücudundan çıkacak az bir ter miktarını çok yüksek bir ücret olarak görmüyordu. Gölgeli yolu bitiren ve sıcak güneşin kucağına tekrar düşen genç artık sağında, solunda ve önündeki düzlük boyunca buğday ve mısır tarlaları görmekteydi. Hafif bir rüzgâr, burçakları geldiği yöne doğru sallıyor, yüzüne de bir hoş geldin öpücüğü konduruyordu.

Biraz daha ilerleyip sıra sıra elma ağaçlarının kavalyelik ettiği köy yoluna geri meyledecek, yolun sağına doğru dizilmiş bu ağaçlardan iki elma ağacının tam ortasında bulunan ve geldiği yöne doğru nazar eden banka oturacaktı. 
Banka oturduğunda üzerine gelen herhangi bir gölge olmadığını fark etti. Ağacın gölgesi gencin arkasına düşüyor, güneş bir kere daha karşısına geçmiş, gence “merhaba” diyordu.
Genç bir müddet daha burada oturmaya karar vermiş ve etrafı seyretmeye başlamıştı. Hafif rüzgâr hala; önünde, solunda ve arkasında bulunan buğday tarlalarını okşuyor, yakında hasat edilecek olan bu başaklara son danslarını armağan ediyordu. Sağ tarafında bulunan yol boyunca köyün içlerine kadar uzanan elma ağaçları, rüzgârın da etkisiyle, dallarını dolduran yaprakları ve üzerini süsleyen elmaları hafif hafif ileri geri taşıyorlardı.

Ağaçların üzerindeki elmalar henüz olmamış hala yeşil ve avuç içine ancak sığabilecek boyutta idiler. Bereket versin, alabildiğine meyveleri lebalep dolmuş olan ağaçlar, kelimenin tam anlamıyla yıkılıyor, bazı dallar neredeyse yerlere sürünüyordu. Zamanının gelmesini bekleyen yüzlerce elma, kendilerine annelik eden ağaçlarında tahminen son iki ayını geçiriyorlardı. Tıpkı bir hafta sonra hasat edilecek buğdayların, tarlada son rakslarını yapmaları gibi, son zamanlarını geçiriyorlardı kendilerine beşiklik eden narin dallar üzerinde.

Sıcağın iyice vurması ile genç kalkmaya karar verdi. Ayağa kalkınca karşısında duran köyüne şöyle bir baktı ve ilerde, köyün de arkasında bulunan rüzgârgüllerini seyre koyuldu.

Uzunca yükselen rüzgârgülleri, gencin ufkundaki en yüksek yapıları oluşturuyorlardı.

Gözünü tekrar güneşin almasıyla, genç, sağ tarafındaki yol boyunca köy içlerine doğru yol almaya başladı. Yol boyunca önce elma ağaçlarını, sonra da sağlı sollu çevresini sarmaya başlayan evleri geçerek köy mezarlığına kadar ulaştı. Köy mezarlığı geldiği yol hizasında sağında kalıyor ve az ilerisinde farklı tarla ve bahçelere giden dar bir patika bulunuyordu.

“Bir ölüler yatakhanesinin yanından, bir doğumhane yolu uzanıyor.” diye mırıldandı birden genç. Sahiden ne kadar da garipti. Tepesindeki güneşin doğuş ve batışları bir döngünün anahtar rolünü oynuyor, birileri bir sonraki sabahı göremezken, birileri yeni bir maceraya, yeni bir güne gözlerini açıyorlardı. Genç, mezarlığın sağındaki yola sapmaya karar verdi. Yol boyu sağlı sollu elma ve armut ağaçları başlamıştı tekrar. Bazısı bazısından büyük elmalar, kimi kiminden daha kırmızı olan aynı ağacın meyveleri yol boyu gence eşlik ediyorlardı. Patika yol ilerde sağda, bir mısır tarlasıyla bir buğday tarlasının arasını bir bıçak gibi kesen, başka bir yolla kesişiyor; kesiştiği noktada büyük bir ıhlamur ağacı, göklerle yer arasındaki boşluğa engin dal ve yapraklarını sermiş, altına kendi gölgesini sığınak yapmış, gelecek misafirlerini bekliyordu. Bereket versin oturacak yer de ihmal edilmemiş, çoğu zaman kendisinin değerini anlamayan insanoğlu gölgesinin altına bir bank konduruvermişti.

Bu manzarayı gören gencin yüzünü gayriihtiyari bir tebessüm kaplamıştı. Terlemeye ne kadar hazır da olsa, bir gölge serinliğinin nimetinden faydalanmayı kaçırma niyetinde değildi. Usulca ıhlamur ağacının gölgesine girdi ve bankın üzerine yavaşça kuruldu. 

Gencin görüş açısında artık bir yol ayrımı ve birkaç armut ağacı kalmıştı. Geri kalan her yeri ıhlamur ağacının gövdesi ve gölgesi kaplıyordu. Serinliğin verdiği ferahlığın ve yolculuğunun vermiş olduğu   mahmurluğun etkisi gencin sırtını iyice banka dayamasıyla genci kendi hayal dünyasına sürüklemişti.

Genç şimdi, son iki saatte kat ettiği yolları, köyünün sınırlarını bile tam olarak aşamadığı şu küçük sabah yürüyüşünü düşünüyordu. Kısa, bir sabah sıcağında yapılmış; ani bir kararla yapılma kararı verilmiş gezisini, doğanın da kendisine eşlik etmesiyle doğum ve ölümün tezgâhlarından geçerek bir gölgeliğin altında bitirmişti.

Genç aklına gelen şu sorunun cevabını vermeye çalışarak usulca yerinden doğruldu: Acaba gittiği her yolun sonunda bir gölgeye rast gelebilecek ve altında dinlenmeye fırsat bulabilecek miydi?