29. Sayı
Öyküler
Bir yandan tüm vücutlarına yapışmış kumu temizlediler bir yandan da buraya nasıl geldiklerini anlamaya çalışırcasına sağa sola bakındılar. Yere doğru çakılıp gelen güneş ışığı, gözlerine inerek onları kapatmaya zorluyordu. Birkaç saniyede alışıp ayağa kalktılar, onlarca kişi hem kendilerine hem de bulundukları yere odaklandı ve olanı biteni anlamaya çalıştı. Önlerindeki denizin dalgası mıydı onları buraya sürükleyen, bu köpüğün tadı mıydı ağızlarındaki garip tat? Saçlarının içinde dolaşan kum taneleri, hafif hareketlerle aşağıya düşüyordu şimdi. İleriye doğru baktı hepsi, alabildiğince ileriye... Hiçbir şey göremediler bile. Bir günün sabahında bir grup insan, kendini ıssız bir adanın orta bucak yerinde uyanırken buldu.
Bir işaret aradılar önce, tutunabilecekleri bir yardımı umut ettiler. Bu kurtulma umuduyla destek oldular birbirlerine. Herkes aynı amacın altındaydı, bu amaç onları diri ve birlikte tuttu. Her biri adayı gezip tanıdı, bulundukları yer küçük sayılmazdı, herkese fazlasıyla yetiyordu. Gerçek dünyaya ait bir parça bulmak istediler, bulamadılar. Bu zorunlu yaşantıyı sonuna kadar sorguladılar, sonuna kadar yadırgadılar. İçinde bulundukları durum bir bataklıktan aşağıya çekilir gibi, kanadı kırılan bir kuşun uçmaya çalışması gibi katıksız çaresizlik doluydu. Ne var ki bu çaresizlik günden güne kanıksandı. Kanadı kırık kuşlar yürümeye alıştı. Öyle ya da böyle bulundukları durum apaçık ortadaydı ve bir şekilde bu yaşantıya tutunmaları gerekiyordu. Önceleri hiç benimsemedikleri bu yaşam tarzı, onların zorunluluğu haline gelmişti.
Çoğu kuş türü, uçabildikleri zamanlarda sürü halinde gökyüzünün derinliğinde süzülüp gider. Nasıl bu kadar senkronik ve bu kadar uyumlu olabilir diye düşündürürler. Oradaki rüzgâr, nasıl da savurmaz minik vücutlarını ücra köşelere? Bak o kadar rüzgâr esti, hala çok basitmiş gibi uçuşuna devam ediyorlar. Farklı farklı şekiller oluşturarak buranın epeyce ötesinde bir yere gidiyorlar. Türler değişiyor, şekiller değişiyor, rotalar değişiyor... Ama her kuş sürüsünde değişmeyen tek bir şey var. Belki on, belki yüz kuş var bu sürülerde. Ama en önde sadece tek bir kuş var. Nereye gidildiğini bilen, yön tayinini yapan, sürüyü bir tutan, bütünü sağlayan: Yönetici, lider kuş… Lider kuş herkesin dengede kalmasını sağlıyor, sürüyü gerçek anlamıyla bir sürü yapıyor. Kaldı ki lider dışında kalan tebaa da her şeyin dengede olmasından hoşnut olsa gerek, yönetilmeye iyimser yaklaşıyorlar.
İşler yolunda olduğunda yönetilmek, güvenli bir liman ve dalgasız bir okyanusta gemi yolculuğu gibidir. Eğer tebaa sadıksa lider kuş da memnundur yönetmekten çünkü bilgeliğini konuşturur, sözünü dinletir, sürüsüne adar kendini. Ama adadaki yürümek zorunda kalan kuşların işleri ilk baştaki gibi kolay mıydı peki? Oradaki insanlar, artık yaşama içgüdüsüyle hareket ediyordu. Bulundukları çevre, kendilerine yaşamanın konforlu yanlarını sunmuyordu. Mesele iyi yaşamak değil, yaşamanın kendisiydi. Yemek yemek, güvenliklerini sağlamak, kendilerini başkalarına karşı savunmak ve yaşamak için gerekli olan şeylere karşı başkalarına karşı silahlarını kuşanmak zorundaydılar. Kendilerince yaptıkları aletler, barınmak için oluşturulan alanlar, nispeten daha güvenlikli alanlar... Bunların hepsi bir mücadele konusuydu artık. İnsanın kendine ait diyebileceği hiçbir şeyi kalmamıştı, ilk başta herkesin beraber hareket edip bir kurtarıcı bulma umuduyla birleşmesi son bulmuş ve yerini amansız bir yarışa bırakmıştı. Yaşama içgüdüsü en ilkel dürtüsüydü belki de insanın. En ilkel olmasına rağmen en güçlüsü de buydu. İnsanın merhametini de adaletini de söküp atması bu kadar kolaydı. En güçlü dayanaklara inşa edilen, insanın küçük bir çocuk gibi koruyup kolladığı ahlak anlayışı, bir adada var olma yarışı içinde silinip gitmiş ve yerini müthiş bir hızla ivmelenen bencilliğe bırakmıştı. Ne kadar alışmak zorunda olurlarsa olsunlar yürümek kuşun tabiatına tersti.
Bir gün bir sürüdeki kuşlar, göç sırasında bir göl kenarında mola verirken yönetici kuşlarının ölümüne şahit oldular. Kuşlar yöneticisiz ve başıboş kalmıştı. İşlerin tekrar düzen kazanması, göçün ve sonrasındaki işlerin halledilmesi gerekiyordu. Sürecin sonunda aralarındaki bir kişiyi yönetici kuş belirlediler. Kalanlar ise yönetilmeye devam etti.
Adadaki insanlar için ise durum daha karmaşıktı. Nitekim inanılmaz bir kaosun ortasındaydılar. Düzenin yokluğunun bu denli devam etmesi, içlerindeki bencilliği daha çok perçinliyor, bu perçinlenen bencillik ise arkasında tedirginliği beraberinde getiriyordu. Zaman geçtikçe insanlar, bir iktidarın ihtiyacını duymaya başladı. İçlerini kemiren bu olağanüstü kaos, onları işlerin düzenli ilerlemesi için güvenli bir liman arayışına itmişti. Eski yaşantısının tabiatına uyum sağlamış insan için, yaşama içgüdüsünün kullanılması güçlü olduğu kadar yıpratıcıydı da. Bunun sonucunda insanlar bir araya geldi. İçlerindeki birkaç insanın eline iktidarlığın tüm yetkilerini teslim ettiler. Bu birkaç insan, kaosun içinden en kazançlı çıkan birkaç insandı. Daha çok mücadele etmiş, daha çok yağmalamış ve daha çok kazanmışlardı. Böylece bir düzen hüküm sürmeye başladı. Kurallar belirlendi, iş bölümleri gerçekleşti. Çeşitli ihtiyaçlar için bazı kişiler belirlendi ve insanlar kendilerine verilen işi gerçekleştirmek için çalıştılar. Yönetilmenin sağladığı büsbütün rahatlık buydu. İktidar, belli davranışlara belli yaptırımlar öngörmüştü. Bu caydırıcılık, insanların açgözlülüğünü bastırıyordu. Güvenli bir yerleşim alanı, emeğinin karşılığında aldığı haklar, mücadele zorunluluğundan kurtarılması insana mutlu bir düzenin içinde hissettiriyordu.
Zaman bir düzenin işleyişiyle ilerliyordu. Bu ilerleyiş, kaosun iç kemiren havasını atmış ve yerine başka bir düzen getirmişti. Bu düzenin getirdiği parlak mutluluk, zaman geçtikçe bayatlamaya başlamıştı. İktidardaki birkaç kişi, insanlara sarf ettikleri emeklerin karşılığını vermemeye başladı. Meşruiyeti bir şekilde elde eden bu iktidar, bu düzenin kaynağı durumunda olduklarından ötürü her şeyi kendilerine reva görmeye başladı. Emeğinin karşılığını alamayan toplumda, ikinci bir karışıklık dalgası baş göstermek üzereydi. Buna karşılık iktidar tarafında keyifler yerindeydi. Zenginleştikçe zenginleşen iktidar, tüm yetkileri elinde tutmasıyla da iyice güçlenmişti. Keyf verilen yaptırımlar, zorla el konulan ve kendilerine geçirilen mallar, sömürülen insanlar... İnsanın bencilliği bböyleydi: Ya hiçbir sınır yokken bu kadar yükseliyordu ya da tam aksine sınırlar sonuna kadar çizilmişken... İktidar haricindeki insanların iktidara duydukları öfke, günden güne katlanıyordu. Dayanılmaz bir seviyeye gelen bu duygu, insanların önlerindeki kişiselleşmiş iktidarı devirmeleriyle son buldu. Uzun bir aradan sonra toplumun orta yerinde yine derin bir boşluk vardı.
Kuşların belirledikleri yönetici, hata yapmıştı. Göç, istenilen gibi ilerlememiş ve zamanında istenilen yerlere ulaşılamamıştı. Şu ana kadar hiç böyle bir şey yaşamamış kuşlar, ne yapmaları gerektiğini tam olarak kestiremiyorlardı. En sonunda çözümü, yöneticinin kararlarını görüşüp değerlendirmede bulmuşlardı. Buna göre bir yanlışlık gördüklerinde bunu söyleyecekler ve bu fikir dikkate alınarak hareket edeceklerdi.
İktidarın kaldırılmasıyla oluşan boşluk, yerine yeniden başka bir iktidarın konmasıyla doldurulacaktı. Çünkü insanlar bir iktidarın yokluğunda neler yaşanacağını acı bir şekilde tecrübe etmişlerdi. Ama iktidar, eskisi gibi belirlenirse neler olacağını da görmüşlerdi. Belirlenmek bir yana, tek bir gücün tek bir merkezde olması iktidarı kişiselleşmiş bir dağın doruklarına çıkarıyordu. Buna göre bu gücün ayrılmasında ve ayrılan bu güçlerin farklı merkezlere verilmesinde ortak bir noktaya varıldı. Bu adımda zorbalaşmış keyfiliğin önüne geçilmesi öngörülüyordu. Bu ayrılmış merkezlerin yine de kontrolünün sağlanması gerektiği için birtakım denetleyici merkezler de oluşmuştu. Kurallar herkese açık hale getirildi ve bunların üstünlüğü sağlandı. Böylece gerçekten düzenini devam ettirebilme yeteneğine sahip bir toplum ana hatlarıyla basitçe oluşmuş oluyordu.
İnsanların her şeyin öncesinde uyandığı ve etrafına anlamsız gözlerle baktığı yer de şu anda oturan düzenin içinde yaşadığı yer de bu adaydı. Burada anladı insan yönetilmenin büsbütün rahatlığının kısa sürmesi gerektiğini, insanı hırsları ele geçirebilirdi çünkü her daim. Kendinin neler yapabileceğinin farkına vardı, kendine neler yapılabileceğini de fark etti. Kanadı kırık kuşların, beraberce yaralarını sarabileceğini öğrendi. Bu sayede uçabileceğini umut etmeyi de öğrendi. Keyfiliğin ne kadar uzun sürerse sürsün bir yerde noktalanacağını anladı. Toplumun değiştiğini, bu değişimin mutlaka bir şeylere katkı sağladığını anladı. İster iyi olsun ister kötü olsun bu değişme, ilerideki gelişmelere hizmet edecekti. Gökyüzünün ve denizin mavilikleri arasında sıkışan bu ada, birçok yaşanmışlıkla dolup taşıyordu artık. İşte sıfırdan başlayarak düzen içine gelen bir toplum böyle oluşmuştu. Gökyüzü koyuluğunu arttırıyor, adanın üstüne üstüne ezmeye çalışırcasına geliyordu sanki. Bataklıklar da kurumuştu artık. Bakın bulutlara doğru çıkmaya başlayan ve yeni iyileşmiş kuşlara, gökyüzünde süzülmeye başlamışlardı bile. Yan yana...