Birtakım Hayatların Hayal Hanesinde Başıbozuk Portresi

Yazar

Sinan Urhan

32. Sayı

Öyküler

  Küçük bir kız çocuğu dünyaya geliyor ülkenin bir ucunda. Başka bir ucunda bir erkek çocuğu… Memuriyet ya da bürokrasi adı her ne ise, rüzgarın önündeki kuru bir yaprak gibi  sürüklüyor ikisini de.  Büyüyor pembe kurdeleli kız.

  Bazen evcilik oynuyor mahallede arkadaşlarıyla, kimi zaman sek sek... Diğer tarafta bisikletinin fren pabucu eskimiş erkek çocuğunun. Ayakkabılarıyla durduruyor BMX bisikletini. Bisikletin tekerleği, ayakkabısının altına yer etmiş. Aynı ayakkabı ile mahallede derisi kalkmış meşin yuvarlağa vuruyor.

  Okula başlıyorlar. Kız çocuğu annesinin ördüğü dantel yakayı çok seviyor. Erkeğin önlük yakasında ise dalgalanan  bir bayrak var. Kız çocuğu arkadaşlarıyla şakalaşıyor.  Erkek silgi parçaları atıyor arada arkadaşlarına. Öğretmen uyarıyor, çocuk utanıyor. Sıranın diğer ucunda çocukluk aşkı ona bakıyor, erkek çocuğu daha çok utanıyor. Sıranın, hatta betonun altında oyuk olsa da oraya girsem diye düşünüyor. Kız çocuğu, ödünç istediği defterin arasına hoşlandığı  çocuk için küçük bir not iliştiriyor. Defteri verince küçük bir pişmanlık, biraz fazlaca keşke… Ve unutulup gidiyor öylece...

  Öte yandan zaman ilerliyor, akıyor, gidiyor ama hiç durmuyor. İşte lisede kız ve işte lisede, ülkenin öbür ucunda erkek. Ve artık ikisi de çocuk değil, biri kız biri erkek… Zaman geçiyor, küçük hayatlarından insanlar da gelip geçiyor. Lise bitmek üzere, sırada gelecek hayali... Geleceği ve hayatlarına gelecekleri düşlüyorlar. Sınava giriyor kız, güzel bir üniversite, güzel bir iş güzel bir maaş, güzel bir hayat… Hayallerini güzel olan şeylerle süslüyor. Sınava giriyor erkek, güzel bir üniversite, güzel bir iş, güzel bir maaş, güzel bir hayat… Onun da hayallerinin gökyüzünde, güzel olan şeyler asılı yıldız diye. Çıkıyor kız sınavdan. Sınav da güzel geçmiş. Çıkıyor erkek sınavdan sınav da güzel geçmiş. Ailesi ile tatile çıkıyor kız, ailesi ile tatile çıkıyor erkek. Güzel bir şehrin güzel, şirin bir sahil kasabasında güzel, şirin bir yazlığa... Yeni aldıkları yazlıklarında komşulukları da, güzel bir tesadüfle başlıyor kızın ve erkeğin. Kızın baktığı her yerde oluyor erkek. Erkeğin baktığı her yerde oluyor kız. Yaz bitmek üzere, ayrılık vakti yakın… Yüreklerine bir sancı saplanıyor. Ülkenin bir ucuna gidiyor erkek ailesi ile. Diğer tarafına da kız… Okullar açılacak, üniversite hayali gerçekleşiyor kızın ve erkeğin. Güzel bir üniversitenin, hatırı sayılır bir bölümünde kız ve erkek. Eşyalar hazırlanıyor, evler tutuluyor. Yeni bir başlangıç zamanı. Yeni arkadaşlar, yeni ortam, yeni bir okul, yeni bir hayat...

  İlk yıl da geçip gidiyor, çabuk alışıyor kız ve çabuk alışıyor erkek. Biraz daha büyüyorlar. Doğum günü kızın. Doğum günü erkeğin. Sürpriz yapıyor sevdiği dostları. Şirin bir kafenin, mütevazı bir köşesinde. Kızın pastası geliyor, maytap saçılıyor etrafa. Aynı anda kafenin bir ucunda maytaplı bir pasta daha. Gözü ilişiyor köşeye kızın. Gözü ilişiyor bir ucuna kafenin erkeğin. Pastayı unutuyor kız. Doğum gününü unutuyor erkek. Yavaş adımlar sonra daha büyük ve hızlı...

  Ülkenin bir ucundan, kafenin bir ucuna… Hasret ve vuslat vücut buluyor. Şaşkınlık ve heyecan eşliğinde sarılmalar… Bu gerçek olamaz, bu bir tesadüf de olamaz diye geçiriyor kız aklından. Olacak olan, bir yolunu bulur. Hayat bir zincirle insanları birbirine bağlamış diye düşünüyor erkek. Aşkla geçiyor yıllar. Okul bitiyor. Sırada iş var, ikisi de güzel bir iş, güzel bir maaşla aynı şehirde… Artık iş kadını ve işadamı… Büyümek ilmeği boyunlarına ilişmişti bir kere.

 

Güzel bir sahilde, efsane dediği bir evlilik teklifi adamdan. Kadın mutlu, gülüyor ve  “Evet!” diyor. “Evet dedim” yazan İngilizce hikaye paylaşıyor sosyal medyada. Yüzüklerini gösterip poz veriyorlar. Sırada tuzlu kahve... Yine yüzükler takılıyor, mutlu ve herkesin güldüğü pozlar... “Çok mutlu olun.” Yazan hikayeler paylaşıyor arkadaşları.

  Düğün geliyor arkasından hemen. Herkes mutlu, gelin ve damat hem mutlu hem heyecanlı… “Hayatımın adamı” diyor kadın, “Hayatımın kadını” diyor adam. “En büyük mucizem” yazıyor gelin arabasında. Davullar çalıyor, zurnacı ciğerlerinden topluyor nefesi. Para sıkıştırıyorlar ceplerine. Yurtdışında bakir bir ülkenin cennet köşesine, hayal gibi bir otele balayına gidiyorlar. Hayat normale, eski rutinlerine dönüyor. Artık yeni rutinleri aynı evde aynı çatı altında.

  Ülkenin bir ucundan, aynı evin, aynı çatısı altında, aynı yastığa… Zaman acımasız ve frensiz. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Yeni olan hiçbir şey eski ile aynı değil. Sesler yükseliyor evden. Kırılan tabak sesleri, bardak sesleri yankılanıyor gülerek, davul ve zurnalarla girdikleri evin duvarlarında. Mutlu oldukları, güldükleri bir çerçeveyi duvara fırlatıyor kadın. Çerçeve parçalanıyor, fotoğraf hala mutlu. İnsanı hatırlıyor bir an. Dışarıdakilere karşı nasıl da mutlu idiler oysa, iç dünyalarında cam çerçeve kırılırken. Hayatlarının en büyük mucizesi bir anda zulüm olmuştu.

  Gözü dönüyor adamın. Gözü dönüyor kadının. “Hiçbir şiddetin bahanesi olamaz, canlıya yönelik” diye afili yazılar paylaşmıştı sosyal medyada, gayet entelektüel bir yaklaşım sergilemişti kendince. “Kadına şiddete hayır!” gösterilerine katılmıştı kadın, hayvanlara yapılanlara karşı çıkmıştı sosyal medyada birçok kez. İkisi de kim oldukları ile ilgili ilk kez karşılaşıyorlardı. Ülkenin bir ucunda “mucize” dedikleri karşılaşmaları, mahkemenin bir ucundan vedalaşmadan son bulmuştu.