28. Sayı
Öyküler
Bu yazın ortasında tüylerimi diken diken eden ne ola ki? Karamsar olduğumu söylüyorlar, belki de haklılar. Zamanla daha çok anneme benzer oldum. Düşüncelerimi hislerimi tarumar eden her ne varsa içimi savaş meydanı gibi hararetli bir hâle sokuyor. Bu mide bulantısı, hangi uzvumda olduğunu kestiremediğim anlamsız ağrılar... Dışımda tek bir kurşun sesi, tek bir kılıç darbesi hissedilmez oysaki. Ama şu tüylerimin isyan eder gibi dimdik duruşu, bedenimi titretişi. Anlayabiliyor musunuz? Ah evet tabi şeytan dürtmüştür elbette, başka ne olacak! Saat ikiye geliyor, neden hâlâ uyumadım? Oysa bu sabah ne kadar da erken kalkmıştım sanki her şey yolundaymışçasına. Ben çok neşeli biriyimdir aslında, kimse pek inanmıyor. Ara sıra gırtlağıma dayanmış sancıları ağzımdan taşırıyorum diye ne tantanalar kopuyor bir görseniz. Dayanmak için verdiğim çabayı iki sitemkâr sözle paramparça ediyorlar, sonra neşemi büsbütün kaybediyorum. Uzun sürmüyor ama, hemen toparlanıp tekrar gülüyorum. Bırak efendi bırak! Beni biraz bana bırak. Odanın karanlık tavanı boğazıma dayandı da ondan mı bu yutkunamayışım? Karanlık ne kalbim ne fikirlerim; karanlık boğazıma yapışmış bir çift el, gözümden akan bir bulanık gözyaşı. Sahi ne diyordum, başım ağrıyor, evet evet, neden uyumadığımı bilmiyorum ya da bilmek istemiyorum. Ağzımın içindeki şu minik yara ne fena öyle, aynada dudağımı dışarıya doğru katlayıp bakıyorum, orada duruyor. Somut yaraları hep çok sevmişimdir, var olduğunu göstermek için ekstra bir çabaya ihtiyaçları yoktur. Beni yormayan, acı veren ama yormayan... Durun durun gitmeyin! Söz veriyorum daha fazla rahatsız etmeyeceğim. Bakın dışardan köpek sesleri duyuluyor, yine Bulut'u kızdırdılar herhalde. El kadar hayvan, havladıkça insanlar korkup sopalara sarılıyor. Ne yalan söyleyeyim sopaya sarılmasam da yanından geçerken içim titriyor bana da havlar diye. Ama çoğu zaman havlamıyor. Belki de neden bu kadar çok havladığını anlayabildiğimi farkındadır, umarım farkındadır. Yalnız hissetme Bulutçuğum, insanları boş ver, fazla ses sevmiyorlar. Benim pek sesim çıkmaz, Allah'ın sessiz kulu sen değilsin de benim sanki. Konuşabildiğim hâlde konuşamıyor olmanın sancısını çekmekteyim. Saat üç oldu. Hâlâ uykunun zerresi yok gözümde ama bir sızı gibi beynimden gözlerime doğru yayılan bir ağrı var. Dolaptaki biber dolması umarım bozulmamıştır, yarın yemek istiyorum. Umarım bu mide bulantısından kurtulmuş olurum o vakte kadar. Duvarda asılı duran Barış Manço posteri gözümün içine bakıyor “Yaz dostum!” diyor bana, “Yaz!” Yazıyorum Barış abi, yazıyorum lâkin anlatamıyorum. Anlıyorsun değil mi?