Okuma süresi 2 dk

Anneannemin Küpeleri

Yazar

Ümran Pekşen

33. Sayı

Öyküler

Sisli bir gece... Sokak lambasının buğulu ışığı gözümde mazinin tatlı hatıraları gibi loş ve bulanık. Sis öyle sarmışki her yeri, “Artık görmek için gözlerine ihtiyacın yok!” der gibi dağılıyor rüzgârda. Benim çok berrak zamanlarım oldu, berrak hayallerim, berrak hislerim oldu. Benim aynada gördüğüm berrak yansımalarım oldu...

Şimdi gecenin şu vaktinde apar topar çıkıp gelen bu sis neyi gizliyor benden? Ne kadar beyaz olsan da geceye çökmek kolay mı ey sis! Grileşiyorsun işte. Rüzgâr dağıttıkça dağıtıyor seni. Sen de bana benziyorsun işte. Beyazdık, bir gece vakti rüzgâr apar topar dağıttı bizi geceye, sonra kaybolduk, biz karanlıkta rengini de yolunu da kaybeden iki zavallı değil miyiz? 

İnsan nasıl kaybeder? Düello yaparak mı, yarışarak mı? Ah bu saçmalıklar silsilesi. Kim öğretti bize bunları bilmem. Bu fâni dünyada esaslı bir kayıp merkezi bulunuyordu, hiç bahsedilmedi, yalnızca adını biliyorduk: Ölüm…

Her ölüm bir kayıp olmayabilir. Bazı ölümler kaçış, bazıları kurtuluş, bazıları ise onurlu bir eylemdir. Zaten ölüm ölenler için değil kalanlar için kayıptır, öyle değil mi? Peki ölüm ne zaman kayıptır? Ölünce kaybolmayan yok mudur? Yoktur diyemem; anılar, eşyalar, nesneler, zihnimizde dolaşan suretler var. Şimdi tüm geçmişi sırtlanıp da gelmiş kulaklarımda sallanan şu küpeler, anneannemin küpeleri… Benimle konuşuyor, inanabiliyor musunuz? Bana her zaman anlatacak bir hikâyesi var. Bazı geceler üstüme karabasan gibi çöktüğünde kulağımdaki küpeleri çıkartıp masanın üzerine bırakıyorum. Daha sonra uzun uzun seyrediyorum onları. Gövdesi beş yapraklı bir yonca ve bir yıldızdan oluşuyor. Açıkçası hayatı boyunca dört yapraklısını bulamamış biri olarak beş yapraklısı çok şanslı biriymişim gibi hissettirdi. Belki de dünyanın en iyi anneannesine sahip olduğumu fısıldıyordur bu yonca bana. Tam ortasına kondurulmuş yıldız ise onun tek ve eşsiz olduğunu… 

Ben onu çok sever(d)im. Küpeler kulağımdayken o da yanımdadır mesela. Eski eşyalarda canlı hatıraların gizli olduğu neden söylenmedi bize? Cüzdanımda bir vesikalığı da var üstelik. Ayna ve cüzdan; sanırım bu ikisinden daha çok baktığım bir yer yok. Ben onu her zaman görebileceğim yerlere konumlandırdım. Benim onu hatırlamaya ihtiyacım olmadı hiç; unutacak kadar uzak kalmadım ki ondan. Bence insan ölmekten değil de unutulmaktan korkmalı. Ben görüyorum ki ölenler değil unutulanlar kayboluyor. 

Hikâyenin başına tekrar dönelim; ölüm ne zaman kayıptır öyleyse? Ölüm, bir çift küpenin size hiçbir şey fısıldamadığı yerde kayıptır. Şu masanın üzerindeki küpeler benimle konuşmasaydı eğer ve benim gözümden bir damla yaş düşmeseydi o zaman kaybederdim. O kaybolurdu; ben kaybederdim. Olur olmadık yerde ansızın elimin kulağıma gitmesi ve her gidişinde farklı bir zamana, farklı bir anıya dokunuşum… Çoğu zaman kendimi kaybettiğim, dalıp gittiğim yerlerde onu buluşum. Ben kaybetmemek için kaybolmaya razı olmuş zavallı bir sisim.