Nokta

Yazar

Asuman Çıtlak

30. Sayı

Öyküler

  Döndürdü, döndürdü, döndürdü. Öyle bir döndürdü ki, dünya onun sayesinde dönüyor zannetti. Döndürürken bir yandan da dikkatini keskinleştirdi. Şuurunun en saf haliyle dikkat etti. Yaklaştıkça yaklaştı, az gidip uz gidenlerden oldu. Ve bir kapıya geldi. Öyle bir kapıydı ki bu, cam desen cam değil, kristal desen kristal değil tuhaf bir şeydi. Heybetli desen heybetli değil ama korkutmada mahir bir kapıydı. Döndürürken dönmenin verdiği sarhoşlukla aşka geldi. Bir cesaretle kavradı kapının kolunu. Sanki önceden de kavramış gibi hissetti. Lakin bu hissi doğru olsa bile bunun ilelebet bir kavrayış olmadığını anladı. Çünkü kapının kolu kaygandı. Dikkatinin de yardımıyla, kaymasına izin vermedi, tuttu iyice. Açtı kapıyı. Girdi içeri. Felek dönmüş, dönmüş de müsait bir yerde bırakmış gibi baktı etrafına. Şöyle derin bir nefes alınca haksızlık ettiğini fark etti. O kadar da yabancı bir yer değildi. Sıyrılmış örtülerle doluydu her yer. Aslında tanıdık olan da onlardı. Bütün o örtüler evindeymiş gibi hissettirdi. Alıp koklamak istedi bir tanesini. O da neydi? Kokmuyordu. Nasıl mümkün olabilirdi? Kokusuzluk mümkün müydü? Anlamsızlığın bir kokusu olsa böyle olurdu diye düşündü en sonunda. Sonra bir nefes daha aldı ve başını kaldırdı. Bir de ne görsün? Ağaçlar gökyüzünü kapatmış. Bu kötü hissettirmedi ona, tuhaf. Göksüz kalmış gibi hissetmedi. Aksine, gök, ona yaprak yaprak yağıyordu. Sahi güneş, güneş de yoktu. Bu ışık nereden geliyordu. Yere baktı yerden ışık fışkırıyordu. Ağaçların kökü ışıkta mı kaybolmuştu? Yoksa, hiç mi yoktu? Garip. Köksüz de hissettirmiyordu bu yer. Hafif bir uğultu… Rüzgâr aynı rüzgâr diye düşündü. Kuş sesleri ağaçlardan sarkarken, kargacık burgacık yazılara dikkat kesildi. Yaklaştı, yaklaştı. İyice dikkatini verdi. Az gidip uz gidenlerden, aynalı kapıdan geçenlerden oldu. Döndü kapıya baktı. Kapı bir noktaydı. Döndürdü, döndürdü, döndürdü. Çamurdan bir nokta, noktada bir ayna, aynada bir sonsuz, çömlek çarkında bir hayat gördü. 

  Bir akşam üstüydü, kusursuzluğun mayalandığı o noktaya pedal çevirdiğinde. Noktayla rabıtasını koparmadan çömleği fırına verdi. O sırada bir arkadaşı giriverdi dükkâna. Gözleriyle hoş geldin dedi arkadaşına. Der demez de çayları koydu. Demlikten dökülen sıcak, gözlerinden arkadaşına akan hoş geldin kadar sıcak çayda o noktayı görüyordu hala. Akşam üstüydü. Karşılıklı oturdular. Sohbet ediyorlardı. Arkadaşının gözlerini halka halka taradı. Maviliklerden geçip, bir pırıltıda durdu. Nokta oradaydı. Akşam üstüydü, arkadaşı gitmişti. Çömleği fırından çıkardı. Akşam üstüydü, noktadaki huzurda dinlendirmişti çömleği. Sırrını verirken çömleğe, mühürledi noktada gördüğü mükemmel düzeni, sonsuzluğu, kusursuzluğu. Akşam üstüydü, çömleği boyamaya başladı. Noktanın sırrını paylaşan damlalar düştü çömleğe bir bir. Akşam üstüydü, çömlek kurudu. O keskin dikkati bir sevgi kalkanı gibi çömleğin üzerindeydi ki, sanki kokusuz perdeler indi gözlerine. Ve bir an dikkati dağıldı. Çömlek düştü, parçalara ayrıldı. 

  Kusursuzluktan bir nokta, noktadan bir “an” düştü her yere ve akşam oldu.