“Merhaba,
Halini hatrını sormaya mecalim yok, kusura bakma. Epey yorgun epey dağılmışım. Nerede başladığımı dahi unuttuğum uzun bir yoldan geliyorum. Henüz bitmiş bir yolculuk değil, sadece soluklanacağım. Bir adım bile atacak gücüm kalmadı. Oysa belki de en baştan başlamalıyım.
Anlattıklarım, anlatmak isteklerimin yanında hiçbir anlam ifade etmeyecek. Ama sen yine de anlamaya çalış, belki duyarsın sesimi.
Bir fırtınanın tam ortasında, çoktan suya boyun eğmiş bir geminin içindeyim şimdi. En yakın kara en iyi ihtimalle 3 gün uzaklıkta. Oysa gemime su doluyor. Dakikalar hızla geçtikçe daha da uzaklaşıyorum yaşamdan.
Bütün hayatımı sevdanla geçirdim. Küçük bir çocuktum seni ilk gördüğümde. Bir çocuğun şekere dahi ne büyük aşkla baktığını bilirsin. Okulumuzun bahçesinde bir kiraz ağacı vardı, hatırlıyor musun? Eve yürümeden önce iki cebimi de tıka basa kiraz doldururdum. Yolda rastladığım çocuklar benden kiraz isterlerdi. Ama kimseye vermezdim.
Ama sen istesen kendimin bile özenle yediği o iki cebimdeki tüm kirazları verirdim sana. Bütün kirazlardan kıymetliydin benim için. Ben bir işten anlamam. Bildiğim tek şey şu amansız dalgalarla boğuşmak ve günlerce süren yolculuklarda hayatta kalabilmeyi başarmaktı. Ne dalgalarla boğuşabildim ne de hayatta kalıyorum. Meğer ben hiçbir şey bilmiyormuşum, adından başka. Yıllardır bana mesken olmuş suların ortasında, ölümün kıyısındayım. Aklımda bir tek adın var. Senden başka hiçbir şey bilmiyor, hiç kimseyi tanımıyormuşum.
nsan koca bir ömür yaşadıktan sonra son anına vardığında anlıyormuş ne uğruna yaşadığını. Ne uğruna yaşadığımı şu an anlıyorum. Ve bir kere daha yaşasaydım bu ömrü, yine aynı uğurda yaşardım. Sevgiden kıymetlisi yokmuş çünkü.
Ne sen beni tanıdın, ne ben sana kendimi anlatabildim bunca yıl. Belki yazdıklarımı okuduğunda bunları sana daha önce neden söylemediğimi merak edeceksin, ama ben güçsüz bir adamdım. Üstelik tüm bu cüsseme rağmen. İnsan sevdiğinin gözlerine bakıp da gözleri kör olmadan sevdasını itiraf edemiyor. Senin gözlerine bakmaya dahi cesaret edemeyişim bundandı. Oysa yaşamım boyunca bir daha hiç görmemeyi göze alıp gözlerine bakardım, bir daha yaşasaydım.
Ama bir daha yaşamayacağım. Bir daha karşına geçemeyeceğim. Bir daha çocuk olamayacağız ve ben seni bir daha uzaktan bile göremeyeceğim. O yüzden bu satırlarımı iyi oku, çünkü dahası yok. Sular beni çoktan ele geçiriyor, devamı yok.
Ömrüm boyunca savaştıklarıma yenildiğim andır şimdi, sulara ve sevdana. Bu yenilgi benim en büyük zaferim.
Her şey için teşekkür ederim.”
Adam mektubu yuvarlayıp şişenin içine sıkıştırdı ve kapağını sıkıca kapattı. Son bir kez uzunca baktı mektubuna ve derin okyanusun içinde yavaşça batmakta olan gemisinin güvertesinden sulara bıraktı.
Yıllar sonra Hindistanın en ücra köşelerinde kalan bir köye turistik geziye giden bir kafile etrafı büyük şaşkınlık içerisinde izliyorlardı. Köyün birkaç kelime İngilizce öğrenmiş olan genci kafileye tek tek bütün evleri gezdirmiş ve sıra köyün ibadethanesine gelmişti. İnandıkları bir din yoktu, sadece bir dua ezberlemişlerdi ve sürekli onu okurlardı. Hastalandıklarında, korktuklarında, geceleri uyumadan evvel bütün köy bu duayı okurdu. Kafileye bunları izah edecek ingilizcesi olmayan genç kafilenin başındaki kişiye duanın bir kopyasını verdi.
Kafile reisi derme çatma yazılmış eski kağıdı eline aldığında hayretini gizleyemedi. Gençten bu duayı okumasını istedi. Genç okuduğunda, köyün harfleri ve kelimeleri kendilerince uyarladıklarını farkeden kafile reisi bu duayı nasıl elde ettiklerini sordu. Genç, bundan birkaç yüzyıl önce okyanus açıklarında balık avına çıkmış atalarına bu duayı tanrının yolladığını söyledi.