Dünyanın İçinde Biz

Yazar

Beyza Doğan

28. Sayı

Öyküler

Hava kapalı. Gözpınarlarımda birikmiş olan hüznün acıları damlaya dönüşerek birer birer bedenimden ayrılıp kaldırım taşları ile buluşmakta. Hep benim sorduğum sorunun cevabını veriyordu gözyaşlarım şu anda bana. Neden bu kadar çok yalnızlık kokardı kaldırım taşları? Kalbindeki yalnızlığın yakıcı duygusunu söndürmek isteyen onlarca insanın gözyaşlarını kaldırım taşlarına akıtırken, yalnızlıklarını da akıtmalarından kaynaklanıyordu bu taşlardaki yalnızlık kokusu. Bu yüzdendi işte.

Açmayacağını bile bile arıyordum. “Bir ümit…” diyordum belki de. “Bir ümit açar ve yıllar sonra o naifliği ile huzur veren sıcacık sesini tekrar duyarım.” diyordum. Sonrası umurumda bile değil. Bir "Alo!" desin yeter. Zaten o konuştuktan sonra konuşabilir miydim? Kalbimdeki acılar birleşip dilimi tutsak eylemezler miydi? Numarasını yıllarca silmedim. Beni, bana haber vermeden terk edişini bile kabullendim ama telefonlarıma cevap vermeyişini kabullenemiyorum. Bedenen yanımda olmayışı benim için sorun değil. Çünkü ben onun ruhunu sevdim, sesinin sıcaklığını sevdim. Hatırıma geliyor bazen siması. Yaşlanıyorum işte. Sadece arada bir hatırlıyorum yüzünü. Arada bir gelse de hiç unutamıyorum dudağının hemen yanındaki ufak benini, dişlerindeki orantısızlıklar belli olmasın diye kahkahalarının yerini hafif tebessümlere bırakırken ki benim, onun içindeki asıl kahkahalarını duyuşumu ve hiçbir zaman unutamayacağım beni bir daha kimsenin, onun beni sevdiği kadar sevmeyeceğini.

Bugün tam yedi yıl oldu Ömer. O zamanlar genç ve bakımlıydım. Şimdi sanırım biraz kilo aldım ve epeyce yaşlandım. Hatta yedi yıl kadar değil bir on yedi yıl kadar yaşlanmış hissediyorum. Senin acın bana on yıla mal oldu. Bilirim sevmezsin ruhunu yaşlandıranları. Ama ne yapayım senden sonra ruhumdaki çocuk bedenimden ayrılmak için canına kıydı ve beni, senin gibi terk etti. Ee zaten çocuğunu kaybeden bir ruhtan genç kalması beklenemezdi. Bu arada, artık senin sevdiğin o yeşil renkteki giysilerimi giymiyorum. Çünkü ben yeşil rengini sevmezdim ama sen seviyordun diye giyerdim. Fakat benim kahverengini sevmediğimi bile bile yedi yıldır üzerinde kahverengi olduğunu söylüyorlar seni ziyaret eden arkadaşlarım. 

Hiç ziyaretine gelmek istemedim Ömer'im. Beni terk etmek bu kadar kolay mıydı senin için? Seni görmemek ne kadar zor gelse de bana, inat için kolaymış gibi davranıyorum. Yokluğun zormuş be Ömer'im. Senin o ağaç gövdesine benzettiğim gövden, huzurla saran kolların olmadan yedi yılı çok zor geçirdim ben. Serçe gibiydim. Sadece ağacın dalında tutunmakta olan bir serçe gibi. Yuvasız, üşümüş ve ruhu ölmüş bir serçe. Bazen kuvvetli rüzgârlar düşürmeye çalıştı beni. Fakat bırakmadım o ağacın ince, yalın ve yalnız dalını. Çünkü o ağacın dalı seninle yaşadığımız güzel anılarımızdı Ömer'im. Sevdiğin her şeyi bıraktım. Yeşili, uzun saçlarımı, gülüşlerimi... Bir tek seni sevmeyi bırakmadım Ömer. Sen de beni özlüyor musun, benim seni özlediğim kadar?

Sana sevdiğin karamelli çikolatalardan getirmek istedim. Fakat bana senin için "Yiyemez o." dediler. "Dişleri mi ağrıyor?" dedim. "Gidince anlarsın." dediler. Elime küçük bir şişe su ve bir buket çiçek tutuşturdular. Su ne alaka idi bilmem ama çiçekler çok güzel kokuyordu. Evet, yedi yıl sonra ilk defa seni görmeye geliyorum Ömer. Kanayan bir kalple, gözlerden dökülen yüzlerce yaşla yanına geliyorum. Bindirdiler beni bir taksiye. Dedim onlara, "Eski evinin adresini biliyorum yürüyerek de gidebilirim." diye. İzin vermediler. Şu an kulağımda telefon, seni aramaktayım. Hala açmıyorsun. Yedi yıl oldu be adam, hiç mi özlemedin sesimi? Neyse taksici arkadaşlarımın söylediği yerde bıraktı beni. Ama burası, burası senin evin değildi ki Ömer. Her yer kahverengi. Her yer bedenlerini kaybetmiş ruhlarla dolu. Her ruh dünyadaki hayallerini tamamlayamadığı için bitkin. Kısacası burası ruhsuz ruhların yeri. Hiçbir bedene hakimiyet kuramayan ruhların yeri. Bu kadar ruh arasında nasıl bulacaktım ruhumun ikizi olan Ömer'imin ruhunu?  Elim telefona gitti. Açmayacağını bile bile arıyordum. Bir ümit diyordum belki de. Toprak yollardan kaldırım taşlı yollara geldim. Yalnızlık kokuyordu bu taşlar. Aynı benim gibi, koca bir yalnızlık.

Kabul etmek zor geliyor insana. Hala bir ümit yaşadığını zannettiği insanın bir avuç toprağın altında yatıyor oluşunu. Hayır, Ömer. Sen bu toprağın altında yatmıyorsun. Çünkü seni hayat yedi yıl önce bu toprağa değil benim kalbime gömdü. Hem de yedi yıl değil yirmi yedi yıl önce. İlk tanıştığımız gün sana "Kalbim çok hızlı atıyor sanırım heyecandan." demiştim ya Ömer o heyecandan değilmiş. Kalbim sana özel bir oda yapmak için kendi odacıklarından vazgeçiyormuş. 

Bu arada sana saçlarımdan bir tutam getirdim. Ne de olsa artık bana yaramayacaklar. Yanına bırakıyorum. Zaten kısa bir süre sonra senin de onlara ihtiyacın kalmayacak beni hatırlaman için. Çünkü kısa bir süre sonra tamamen saçlarım dökülmüş bir vaziyette yanında yatıyor olacağım. Toprağın içinde ben, kalbimin içinde sen, dünyanın içinde biz…