6. Sayı
Öyküler
Uykumu yavaş da olsa bana oldukça ani gelen bir duruş bölüyor. Sarsılmanın verdiği korkuyla etrafıma bakınıyorum. Gökyüzü hala karanlık. Hala gece demek ki.. Bulunduğum kompartımanda tek başımayım. Bunu sağlamak adına 4 bileti de ben satın aldım. Uzun süren tren yolculuklarında yalnız kalabilmek için başka çarem kalmıyor. Belki hayat yorgunluğundan belki zaten çokça kalabalık olan kafamın içindeki düşüncelerimin huysuzluğundan... Ama inanın böylesi daha çok daha iyi.
Camım çok kirli. Yanımda getirdiğim peçetelerle temizlemeye uğraştım fakat nafile. Camın öteki yüzünden silinmediği sürece böyle kalacak gibi gözüküyor. Aklıma trenin uykumu bölen duruşu geliyor. Acaba inip temizlesem mi? Boyum bu camı silmek için yeter mi?
Bunları cama dikkatle bakarak düşünüyordum. Tam sırada gecenin karanlığından ötürü daha önce varlığından bihaber olduğum karşıdaki binanın üçüncü katında bulunan dairenin ışıkları yanıyor. Gözlerim istemsizce oraya kayıyor.
Perdeleri açık kalmış. İçerisi oldukça net gözüküyor. Bir an yaptığım şeyden utanıyorum. İnsanların evlerinin içine gizlice bakmanın ayıp olduğunu söylerdi annem. Fakat gözlerimi alamıyorum. Ayıpların ve yasakların verdiği o gizli haz beni çoktan ele geçirdi.
Bir adam ve bir kadın var içeride. İkisinin de yüzleri kıpkırmızı olmuş. Adam çok terliyor olmalı ki arada alnını koluyla siliyor. Bazen sırayla bazen aynı anda konuşuyorlar. Birisi konuşurken diğeri ona nefret ve acımayla bakıyor. Susuyor o konuşurken fakat asla dinlemiyor. Sırasını bekliyor.
Belki düşünüyor ‘ona hangi kelimelerle en fazla zararı verebilirim’ diye. Eğer biri sırasını beklemeye daha fazla dayanamayıp söze zamansız başlarsa karşısındaki bütün gücüyle onu engellemeye çalışıyor. Fakat sonunda kaybediyor. Çünkü sıra çoktan diğerine geçmiş oluyor. Bu bir döngü. Fakat elbet bir yerde duracak. Elbet vazgeçecekler bu yorucu savaştan. Bitecek. Ama son olmayacak bu. Tekrardan başlayacak. Belki birkaç gün sonra belki birkaç saat... Saat sabahın 3’ü. Bu saatte olanca gücü, öfkesi ve şiddetiyle kavgaya tutuşturan bu sevda beni derinden sarsıyor. Birbirlerine bakışları, dudak hareketleri ve bedenleri ele veriyor onları, seviyorlar. Hem de çok seviyorlar. İkisinin de kalbinin bir köşesi karşısındakini pamuklara sarıyor. Fakat dışarıdan bakacak olursanız yangınlara atacak kadar büyük bir öfkeye şahit oluyorsunuz. Ellerinizi terleten, ağzınızı kurutan, kalbinizi kilometrelerce koşmuşçasına çarptıran bir öfke. Bunu yaşamak zorundalar. Ellerindeki teri ve kalplerindeki yorgunluğu birbirlerine göstermek zorundalar. Nasıl acılarımızı, kederlerimizi döküyorsak sevdiğimizin önüne, öfkelerimizi de dökmeliyiz. Bizi biz yapan her şeye şahit olmadan bizi tanıyabilir mi?
Trenin bir anda hareket etmesi beni tüm düşüncelerimden sıyırıyor. Korkuyla irkiliyorum tekrardan. Gözlerim perdesi açık unutulan o pencereyi arıyor. Buluyorum fakat yavaşça uzaklaşıyoruz ondan. Biraz sonra tamamen gözden kaybolacak. İçim üzüntüyle doluyor. Uzun zaman sonra duyguların bu denli yoğun olan o denizine beni atan bu pencereye son bir kez kederle bakıp arkama yaslanıyorum.
Aklıma camımı silmediğim geliyor. Bunu bir sonraki durakta tekrar düşünürüm..