Cilalı Taş

Yazar

Süveyda Güleç

17. Sayı

Öyküler

Annesi, babasından ayrılarak yeni bir adamla evlenip evi terk ettiğinde ona ne bir seçenek sunulmuş ne kiminle yaşamak istediği sorulmuş ne de kendisini bekleyen bu sefil hayata karşı biri tarafından hazırlanmıştı. Gidenin yerini doldurmak öyle kolay olmaz elbet, ama Zarife sanki bunun için doğmuş gibi anasının bencil nedenlerle bırakıp gittiği bu evi ustaca çekip çevirmeye başladığında henüz liseyi yeni bitirmişti. Babasının yemeklerini yapmaya, çamaşırlarını yıkamaya ve onu haftada birkaç gün sarhoş olup kavga çıkarmaya yeltendiğinde evlerinden iki sokak ilerideki meyhanenin kapısından alıp eve getirmeye başlaması da hemen hemen aynı zamana denk geliyordu. Ayıkken dünya tatlısı, şeker şerbet bir adam olan babası, iki kadehten sonra karakterini de masada bırakıyor, bambaşka bir adama dönüşüyor, gözü kimseyi, özellikle de Zarife’yi görmüyordu. Ne çirkin suratındaki şekilsiz burnu ne şaşı gözleri ne eğreti bacağı ne de kambur sırtı kalmıştı hakarete uğramayan Zarife’nin. Gece ilerleyip de yatışmaya başlayınca daha da ağzı bağlanmıyor, bu sefer anlatıyor da anlatıyordu. Gülsüm’ü -Zarife’nin annesi- nasıl tavladığını, tığ gibi incecik delikanlıyken mahallenin tüm kızlarının kendine âşık olduğunu ama gözünün Gülsüm’den başkasını görmediğini sayıklar, sonra bir anda yükselir, o şırfıntının şimdi başka bir adamın kucağında olduğunu hatırlayıp gözyaşlarına boğulurdu. Elinde mendili ve kovayı hazır bulunduran Zarife, bir babasının gözyaşlarını siler, bir kusmuğunu temizlerdi.

Bazen çekip gidesi gelirdi Zarife’nin, dünyanın ta öbür ucuna gitse sanki tüm sorunları şak diye kökünden çözülüverecekti. Ne bakması gereken biri kalırdı ne küfredeni ne de sarhoş olup yerlere kusanı, yaşayıp giderdi kendi halinde. Ama cesaret edemezdi nasıl etsin, ömründe kendi kararıyla bir iş yaptığı mı vardı ki kalkıp da dünyanın öbür ucuna gitsin, olacak iş değildi. Böyle zamanlarda annesinden kalan cilalı kara taştan kolyesine giderdi eli istemsizce. Sabır dilenirdi, annesinden, taştan, tüm geçmişlerin ruhundan ve hatta Tanrı’dan.

Anahtar şıngırtısıyla birlikte ona seslenen birini duydu, “Zarife, şu poşettekileri yerlerine yerleştir kızım. Sen geç şöyle Kenan oğlum oturuver.” babası bakkaldan aldıklarını usulca köşeye bıraktı. Misafirin kim olduğunu biliyordu Zarife, babası cuma çıkışı yol üstünde uğradığı bakkalın kasada duran oğlunu her hafta eve çağırır, hesap defterlerine baktırırdı. Zarife’nin üstlenmesine izin verilmeyen tek şey hesap defteriydi bu evde, ne de olsa kadın kısmı öyle hesaptan kitaptan anlamazdı. Kenan ise -bakkalın oğlu- okumuş adamdı, babasından kalacak iki ev ve bir dükkânın tek vârisiydi. Uzun boylu, uzun saçlı, uzun kulaklıydı; oturmayı kalkmayı bilir lakin konuşmaya gelince hiç laf yapamaz, sesini yutmuş gibi kalakalırdı. Daha önce hiç kendisiyle konuşmamış olsa da Zarife, Kenan’ı tanıyordu. Hatta biraz fazla tanıyordu. Babasının sarhoş oldu mu yerlere düşen çenesinden nasibini Kenan da alır, bahsinin geçmediği tek bir gün olmazdı. Neler anlatmazdı neler: İstanbul görmüş adamın hâli başka olurmuş; eline kız eli değmemiş pırlanta gibi çocukmuş; sessiz, sakin, hırslı, hem çalışkan adammış; patron olunca işleri büyütecek, belki bir süpermarket açacakmış... Hepsini ve daha fazlasını ballandıra ballandıra anlatırdı Zarife’ye. Aşkın ne olduğunu bilse Kenan’a âşık olurdu Zarife ama ne bilsin, ömründe âşık olduğu, aşkı gördüğü mü vardı. Hesap yaparken Kenan’ın parmaklarının makinenin üzerinde gezinmesine takılırdı gözleri, o gidene dek öyle kapı önünden onu izlerdi. Ama Kenan bir gün olsun Zarife’ye bakmadı. Ondan olsa gerek her cuma çıkışı gelen Kenan, bir hafta sonu babasını da yanına alıp elinde bir kutu baklava olduğu halde Zarife’yi Allah’ın emri peygamberin kavliyle isteyince hem Zarife hem babası hem de cilalı taş şaşırmıştı.

İki ay içinde telli duvaklı gelin oldu Zarife. Yetmedi, dünyanın ta öbür ucuna, İstanbul’a taşındılar. Kenan, babası ölüp de bakkal kendine kalınca onu satmaya karar vermiş, gelen parayı taşı toprağı altın bu şehirde okuldan tanıdığıyla ortaklığa yatırmıştı. Kaderin planından sual olunmaz. Çok geçmedi battılar. Gerisin geri doğdukları ve doydukları şehre, Zarife’nin babaevinden iki bina öteye taşındılar. Zarife’nin, kocasının yemeklerini yapmaya, çamaşırlarını yıkamaya ve onu haftada birkaç gün sarhoş olup kavga çıkarmaya yeltendiğinde iki sokak ilerideki meyhanenin kapısından alıp eve getirmeye başlaması da hemen hemen aynı zamana denk geliyordu.

Zarife, sık sık kolyesinin cilalı taşından sabır dilenirdi. En azından Kenan, sarhoşken konuşmuyordu.