27. Sayı
Öyküler
Bir şeyler nüksediyor. Nefes alıyorum. Göğsümün havalanışını ağır çekimde hissediyorum. Sol gözüme vurmakta olan güneş bana boşlukta havalandığımı hissettiriyor. Uçuşan toz taneleri görüyorum. Bir şeyler nüksediyor. Etrafımı daha yavaş ama içten alımlıyorum. Görüyorum onu, orayı, oradaki şeyi ve işte yok oluyor. Duruyorum. Sağdaki yoldan yürüyorum, insanlar hızlanıyor ben yavaşlıyorum. Şimdi her şey tersine dönüyor; çeşmeden akan su gökyüzüne yol alıyor, simitçinin tezgahındaki simitler asfaltla buluşuyor. Her şey hızlanıyor, ben duruyorum. Herkes dönüyor; sesi kesiliyor seslerin. Camlar çatlıyor, kitap sayfaları uçuyor şehrin üzerinde, kalemler yazılanları silmek için. Ben düşünüyorum. Rüzgar şapkaları topluyor. Akrep yelkovanı sessiz takip ediyor. Kapılar hep dışarıya açılıyor; ben izliyorum. Mezarlıklarda çay kaşığı sesleri duyuluyor, kornalar kuş sesiyle ötüyor, kuşlar kanat çırpmıyor, ben anlıyorum. Ancak beş kalana kadar. Sadece tek bir gerçek için. Duyuyorum, nefes alışımı duyuyorum.
Zaman işliyor, tik tak tik tak; hop aylar, hop yıllar; iş-siz-sin, tik tak...
20'li yaşlarımın gülümseyen depresyonu; hoş geldin. Ben seni hiç beklemiyordum.
Bir dönem rüyalarımı yalnızca siyah beyaz görürdüm. Dün akşam vinyet etkisinde bir rüya gördüm. İlkokulumun bodrum katında kantinin karşısındaki geniş mermer alanda ayakta durmuş teneffüs zili ile koşarak gelen çocukların etrafımda dolanmasını izliyordum. Gözlerim sırasıyla süzerek eliyordu çocukları. Tanıdık bir yüz görme arayışındaydım. Kantinin dikdörtgen penceresinin en sağında bir kız çocuğu ilişti gözüme. Siyah saçlı,uzun boylu ancak zihnimde yer alan bilgiye göre daha zayıf ve ince yüzlü görünüyordu. İçimde onu kaçırmamak için elimle omzuna dokunup selam verme isteği belirdi. Kimdi bu? Tanıyordum kesin. Tanıdığıma dair bir şeyler aradım bedeninde; tokası, kıyafeti derken ayakkabılarına ilişti gözüm. İşte bu, kot bir converse :) evet aynı bu şekilde gülümsedim, bu ayakkabıları tanıyordum. Bu kız benim çocukluğumdu. Bu bendim. Gelecekteki hali olarak ona bir şeyler söylemek hatta belki bir şey demek yerine kucak dolusu sarılmak istedim.
Kalabalık arttı, uyandım. Odamdaydım, yatağımda. Saat henüz gece yarısıydı. İlacın etkisi çoktan geçmiş olmalıydı. Tekrar uykuya dalabilmemin en az bir saati vardı, en az bir saat yatakta dönüp durması... Neyden bahsediyorum ben yatakta sağa ya da sola dönemezdim, ayağım ameliyatlıydı. Sadece düz yatabiliyordum. Kalçam 10 günün sonunda sürekli temas halinde olmaktan bunalmıştı. Keşke sabah olmuş olsaydı. Ne fark edecekti, ben yine bütün gün bu yatakta olacaktım. Sabah olmuştu. Bu bir metafor mu yoksa gerçek mi siz karar verin. Geçen yılları fark ediyorum. Bir tren garında yahut otobüs terminalinde ailemi geride bırakıp arkama bakmak gibi hissettiriyor. O sıcaklığı geride bırakmak zorunda kalmış gibi. 2020 yılında dinlediğim şarkıları dinliyorum. Neler hissettiğimi hayal ediyorum. Düşünüyorum, bazen hatırlıyorum. Kendime kahve yapmak için su ısıtıyorum. Suyun kaynamasını beklerken apartmanın önünde tek başına salınan ağacın yapraklarına bakıyorum. Bırakın çocukken olmayı hayal ettiğim kızı, son dört yılda olmak istediğim ile olduğum arasındaki uçurumda debeleniyorum. “Başaramadım”. Zihnim, ruhum, bedenim bu düşünceyle yankılanıyor. Kendime, yıllara bakıyorum;“Ne çabuk.” diyorum Allah'ım, ama ne kadar zor. Kapı çalıyor, kargo... Düşüncelerimi dengede tutmak için başvurduğum yeni alışkanlığım; kitaplarım gelmiş. İçim, almıyor içim. Hislerimi içimde tutmaya bir dakika daha tahammülüm kalmadı. İçerisi tıka basa dolu; azalan, giden biten yok. Bu yüzden yenileri savurmaktan başka çarem yok. Uzun zamandır dönüp dolaşan, dilimi lal eden o şeyin ifadesini buldum. Kendini anlatmanın yetersizliğini hissettiğim ve neden karşı tarafa aktaramadığımın kabulü. "Sizin yaşadığınız mühim değil, hissettiğiniz mühim". Sizin yaşadıklarınız mühim değil, hissettikleriniz mühim. Ben yaşadıklarımda değil, hislerimde boğuluyorum. Terapiye gittiğim ilk gün ağlamaktan konuşamıyordum. Terapistin karşısında küçülmüş, göz teması kurmadan “Bana yardım edin demeye çalışıyordum. Bana bakışını bugün hala daha hatırlıyorum. Sanki ben 6 yaşında bir pazar akşamı bağrışmalardan kaçıp yorganı başıma kadar çekmiş, oda kapısının camından ışığın sönmesini bekliyordum da o da başını eğmiş bana elini uzatıyordu. Ben iyi olmak için çok uzun zamandır çabalıyorum. Sizin sandığınızın aksine bu çok daha eski bir mücadele ve bu savaşta en büyük silahımı kaybettim; umudumu. İşte siz o yüzden çırpınışlarımı bu kadar net görüyor ve duyuyorsunuz.
Zaman işliyor, tik tak tik tak; hop aylar, hop yıllar; tik tak...
20'li yaşlarımın gülümseyen depresyonu; hoş geldin. Ben seni hiç beklemiyordum.