Pot-pourri

Yazar

Sevinç B. Sağar

14. Sayı

Öyküler

Başını sol omzuna doğru yavaşça eğmeye başladı. Yeni doğan güneşin dizginleyemediği coşkusu nedeniyle denizin üstüne fütursuzca serdiği, sarıdan ziyade beyaza çalan ışıklarının hırçınlığının, gözlerine istemsizce saldırmayacağı bir noktada, durdu. Bakışları denize paralel olduğu halde, güneşe doğru fısıldadı nefesini; üfledi yavaşça. Kapattı gözlerini, güneşi hala görebiliyor gibiydi. Aşırılığa kaçan çoğu şeyde olduğu gibi, güneşin ışıklarının hırçınlıkları da, tat kaçırmıştı. Denge şaşmış, kapalı gözlerle o güçlü ışığı görür olmuştu. “Belki de kör oldum.” diye geçirdi içinden. Olmuştu, çok daha önceden. Ne güneşinki kadar güçlü herhangi bir ışık, ne de yokluğu kadar zifiri bir karanlık suçlanmamalıydı bu körlük yüzünden. Bu göremeyiş, doğumundan önceye dayanıyordu, tıpkı tüm insanlarınki gibi. Nitekim ne ışığı ne de karanlığı suçlayacak durumda değildi, gerçekten kör olduğunun, gerçeklerden kör olduğunun farkında değildi. 

Boynu başının ağırlığını daha fazla taşıyamayana dek, öylece bekledi durdu sahil kenarında. Yavaşça doğrulttu başını, gözleri hala kapalıydı. Bir şeyleri bekliyordu. Bir şeyleri “gerçekten” bekliyordu. Ne zaman başlamıştı beklemeye, neyi bekliyordu, neden bekliyordu artık hatırlamıyordu. Güneş iyiden iyiye gözlerinin kapalı kapılarından içeriye girip, canını acıtıyordu. Başını eğdi, gözlerini açtı, deniz yer yer mavi yer yer siyahtı şimdi. Bekledi, görüşü normale dönüp de deniz tamamen mavileşince, kıyısında yüzen yeşil poşeti seçti gözleri; dalgalarla beraber bir oraya bir buraya sürükleniyordu. Güneşe gözleri kapalı baktığı kısacık sürede sulanan gözlerini sildi. Kısa sürmüştü, belki de bir andı, veya bir an gibi gelen bir haftaydı, bir aydı, ama toplamda bir andı. O bir anda yol vardı, yolculuğun kendisi o andaydı. O bir anda hem düşünülenler ve yaşananlar, hem düşünülmeye ve yaşanılmaya korkulanlar vardı. O kısacık anda hem dünü hem bugünü vardı, yarını yoktu. Gerçeklerden kör olduğu için, bugünü yer yer mavi yer yer siyahtı, yarını ise hiç göremiyordu. 

Yavaşça sola döndü, evine doğru yürümeye başladı. Nedense deniz kenarındayken yavaşça hareket etmeliymiş gibiydi. Sanki burada düşünceler yavaşlıyordu, hareketler yavaşlıyordu, dünya yavaşlıyordu. Halbuki o sırada yavaş bir müzik dinlediği için oluyordu bu anlık yavaşlama, ama insan evladı olduğu için yaşadıklarına dramatik bir boya çalmaya yatkındı. Yavaşça sola dönmesinin altında yatan asıl neden, hızlı hareket ederse denize düşeceğine dair zihninde canlanan bir sahneydi. Yürürken beklemeye de devam ediyordu bir yandan. Bu bekleyiş artık zamanın tamamına yayılmıştı. Bu bekleyişe bir zamanlar umut da eşlik ediyordu. Sonra umut yerini inada bıraktı. Bekleyiş ve inat kol kola gittiler bir yol ayrımına kadar. Umudun da inadın da neden yanından ayrıldığını bilmedi bekleyiş, sorgulamadı, fark etmedi. Bekleyiş var olmaya devam etti, ağırlaştı, yapışkanlaştı, somutlaştı. Eve yürürken bile bekliyordu bir şeyleri. Bu bekleyişin aşırılaştığını, ağırlaştığını kendisi de fark etmedi. Varlığının içindeki, daha o varolmadan önceki “diğeri” etkenlerini fark etmedi. Kör olduğunu görmedi, gözlerini açamadı. Şuanının içine zorla, yaka paça sürüklediği o kısacık an’ı; içindeki yılları fark etmedi. Kısacık sürede sulanan gözlerini sildiğini sandı; yıllardır ıslaklardı.  Ruhu damla damla akıyordu. Anlar gidiyordu, zaman geçiyordu, bekleyiş devam ediyordu. 

Eve vardı, kapının kilidini çevirir çevirmez evdeki aydınlık içini de aydınlattı. Tam karşısındaki camdan gelen güneş ışıkları bu sefer daha sakince buluştu gözleriyle. Gülümsedi. Fark etmedi. Gözler aynı gözlerdi, an aynı an. Güneş aynı güneşti, verdiği acı aynı acı. Terazisini çoktan kırmış, dengesini çoktan şaşırmıştı.

Fark etmedi beklemeye dönüştüğünü, ruhunun gözyaşlarıyla kaplandığını ve çoktan boğulduğunu. Fark etmedi milyonlarca ihtimali olduğunu. Fark etmedi denizin dalgalarında yıllar boyu zorunlu sürgün hayatı yaşayacak olan yeşil poşeti algılamadığını ve denizin çığlıklarını. Ne kendini görebildi, ne de kendi olmayanı. Yaşamaya ve bütün bunların normal olduğunu düşünmeye devam etti. Hep aynı düşünce döngüsü içerisinde ve hep daha fazlasını unutarak…