28. Sayı
Öyküler
Kırmızı şemsiyesini kapının kenarında asılı unuttuğunu, yağmurun en şiddetli yerinde kendini yol ortasında, sığınacak bir çatıdan çok uzakta bulunca anladı. Bu yağmurda taksi bulmanın da yoldan geçen arabalardan medet ummanın da imkansızlığının farkındaydı. Yürümeye karar verdi. Gideceği yer nasılsa birkaç sokak ötesiydi. Toprak kokusu burnuna doluyor, her adımda daha da ağırlaşan ayakkabıları hareketini zorlaştırıyordu. Gri bulutların kararttığı gökyüzü sabahki neşesini kaybetmiş, alacaklı bir Tanrı gibi öfkesini ölümlülerin üzerine kusuyordu. Birkaç saat önce tüm ihtişamıyla etrafı aydınlatan güneşten ise eser yoktu. Adımları yavaşlamış, çoraplarına kadar ıslanmış ayakları, gitgide ağırlaşmıştı. Bir an için durdu. Yüzünü yalayan yağmura, saçını savuran rüzgara çevirdi başını. Elleri soğuktan ya da yağmurdan titriyordu. Çığlık atmak istedi. Yapamadı. Sesi çıkmıyordu. Nefes almak gittikçe zorlaşıyor, tüm vücudunu yavaş yavaş ele geçiren titremeyi durduramıyordu. Elini kalbinin üzerine götürdü. Yerinden çıkacak kadar hızlı atan kalbinin gümbürdeyişi kulaklarında yankılandı. Yağmur hızını iyice arttırmış, adeta önüne çıkan her şeyi ezip geçmeye ant içmişti. Şiddetlenen rüzgar, açıkta kalan kollarına çarpıyor, ağzına doluyor nefes almasını engelliyordu. Daha fazla ilerleyemeyeceğini anladı. Midesi bulanmaya başlamış, soluksuzluktan yüzü morarmıştı. Yardım dileniyordu ama onu kimse göremezdi. Sanki yok olmuş bir bedende can çekişiyordu. Suyun ağırlaştırdığı kıyafetleri onu aşağı çekiyor, saçları yüzüne yapışıyordu. Ağlıyor muydu yoksa gözlerinden yağmur mu akıyordu, bilemedi. Son can çekişmeleriydi belki de bunlar. Yukarıya, solgun da olsa orada olan ışığa doğru yüzmek istedi. Yapamadı. Cebine doldurduğu taşlar onu dibe çekiyordu. Pişmanlık damarlarında yayılan bir alev gibi vücudunu ele geçiriyordu. Tüm çıkış yolları kapanmış, tüm ihtimaller tükenmişti. Kendi istediği yerdeydi oysa. Her şeyi geride bırakıp buradan uzaklaşıyordu. Bu çirkin, iğrenç, acı dolu dünyaya cebindeki taşlar ve burnuna dolan sularla veda ediyordu. O halde neydi bu hissettiği? Anlaşılmasının artık imkansız oluşu muydu onu bunca yaralayan? Kimsenin onu özlemeyecek olması mıydı yokluğunda? Kusmak istedi. Buradan çıkmak, çok uzaklarda yeniden başlamak istedi. Nefes için ağzını her açtığında hava yerine suyla doluyordu ciğerleri. Pes etti. Kendini usulca karanlık sulara bıraktı. Tercihinin arkasında durmamak için istemsizce direnen bedeni yavaşça gevşiyor, artık umudunun kalmadığına işaret ediyordu. Her şey bir anda karardı. Sesler kesildi, uğultular kayboldu. Denizin tuzu genzini yakmayı bıraktı. Tam bitti dediği yerde bir elin onu yüzeye taşıdığını hissetti. Gözlerini açtığında sular çıkıyordu her yerinden; ağzından burnundan, gözlerinden... Şimdi kaldırımın ortasında yağmur altında kendini yeniden o denizin kıyısında buluvermişti.