4. Sayı
Öyküler
Yaşlı adam sonunda bitirdiği şaheserini gitar sehpasına dayadı. Onun için özeldi. Ustalığının son parçasıydı. Bırakıyordu artık. Ağaç şekillendirmek, güzel gitarlar yapmak yetmişti. Bu son eser onu fazlasıyla tatmin etmişti. Görenler, eline alıp gövdesini okşayanlar ne kadar özel olduğunu hissedeceklerdi.
Yıllardır birlikte çalıştığı müzik dükkanını aradı. Telefon açıldığında ses beklemeden atıldı:
“Sonunda bitti!”, yaşlı adam öksürdü. “O, o… O muhteşem gözüküyor. Sanki hala ormanın bir parçası gibi. Asırlık ağacın yaşayan bir parçası gibi.”
“Sağ ol ihtiyar ben de iyiyim.”, dedi genç adam ve gülüştüler. “Eminim güzel olmuştur üstadım. Ne zaman alayım ve yanımda kaç kağıtla geleyim?”
“Hayır, anlamıyorsun. Bu gerçekten bir şaheser oldu. Ve… Ve ben bırakıyorum. Hem yaşlandım hem de bundan daha iyisini yapamam. Para da istemez. Artık ihtiyacım yok. Yarın bir gün öleceğim. Bunu bitirmek de beni çok yordu ama sanki içimdeki bütün nefreti ve öfkeyi aldı benden. Para hala istemem ama iyisi mi sen gitarı açık arttırmaya koy. Böylece eser hakkını alır. Sen de payını alır gerisini bağışlarsın. Tamam mı?”
“Tamamdır ihtiyar, sen nasıl istersen. Bu arada sen yine de kendine haksızlık etme, gençsin sen. Ama emekli olmak istiyorsan o senin kararın. Neyse, ben bizim elemanı gönderirim almaya madem ortada para teslimi yok.”
“Peki Timur oğlum. Görüşürüz. Arada çaya beklerim.”
“İnşallah, ben de beklerim. Görüşüz. Kendine iyi bak ihtiyar.”
Timur, her akşamki ferahlığıyla dükkânında sabırsızlıkla gitarı bekliyordu. Neredeyse kapanma saati gelmişti. Hiç adeti olmasa da elemanlarını erken yolladı. O eve gidemezdi, telleri takmadan gözüne uyku girmezdi. Bugün dükkânda kalacaktı. İhtiyar da dağın başında oturuyor, diye düşündü. Duvardaki saate baktı. Bir saate anca gelirdi gitar. Nasıl olduğunu hayal etmeye başladı. Eğer ihtiyarın dediği kadar varsa çok para ederdi. Biliyordu işinin ehli hatta en iyisi olduğunu. Güveniyordu sözlerine ve işlerine. Kalan bir saati dükkânın içindeki küçük stüdyoda geçiriyordu şimdi. Kendinden geçti. Müziğin eşsiz hazzı onu başka diyarlara götürüyordu. Ta ki ayın elemanı elinde bir gitar sandığıyla stüdyoya dalana kadar:
“Timur abi kusura b…” derken direkt sözü kesildi.
“Ne kusuru, sen ayın elemanısın ve bana bir şaheser getirdin.”, duraksadı. Omuza iki hafif ‘aferin tokadı’ vurmak için fazla gururluydu. Patron olduğunu hatırlamış bir eda ile “İçeri masaya geçelim, düş arkama.”
Timur önde meraklı, eleman arkada tatminkâr, masanın başına geldiler. Timur’ un kalbi ölesiye çarpıyordu. Elleri nazikçe ama aynı zamanda titreyerek sandığı açtı ve işte onu gördü; şaheseri. Eleman da gözlerini ardına kadar açmış bakıyordu. “Bir sanat eseri.”, dedi. Elini uzatıp dokunacaktı ki Timur, “Hayır!” diye tiz bir sesle haykırdı. Eleman bir anda korkarak arkaya attı kendini. Timur gülümsüyordu, ardına kadar gülümsüyordu. Eline aldı. Sapı sanki gerçek bir ağaç dalıydı. Işığın altında odaklandı. Gövdesine işlenmiş dikenli sarmaşık desenleri de çok gerçekçiydi. Gözlerini alamıyordu. Elemanı evine gönderdi. Bu zevki kimseyle paylaşmak istemiyordu.
Şimdi masanın üzerinde bıraktığı gitarın sap başına telleri tek tek bağlayıp gövdesindeki köprüye tıpalarla sabitledi. Akustik bir gitardı artık tam anlamıyla. Sesi insanı kendinden geçirmekle kalmıyor hayallere götürüyordu ama yetenek neyse o kadar oluyordu tabii ki. Gitarın rengi ve şekli o kadar ağaçsıydı ki ihtiyarın hissettiklerini anlıyor ve hissediyordu. Elinden bırakamıyordu. Köşedeki kanepeye uzandı ve gitara sarılarak uykuya daldı.
Sabah uyandığında çok mutlu, aynı zamanda da tehlikede hissediyordu. Garip bir duygu ikilisi, diye düşündü. Dükkandaki tek tuvalete yöneldi. Bağırsaklarını boşaltmaya yetecek kadar zaman sonra telefonuna koştu. Açık artırmayı ayarlamak için görüşmelere başladı. Gitarı öve öve bitiremedi. Ama sonunda ertesi akşama zenginlerle dolu bir seans ayarladı. Ertesi gün geldiğinde ondan ayrılmak zor olacak ama güzel bir yardım yapmış olacağız neyse ki, diye düşündü. Ama aslında umurunda değildi. Sadece vicdanını rahatlatmak isteyen küçük çapta bir zenginin iç deyişleriydi bunlar.
Ertesi günün akşamı nihayet geldiğinde Timur, alçak sahneye çıktı. Gitarın bulunduğu camekanın üstündeki bembeyaz örtüyü iki parmağının uçlarıyla tuttu ve kalabalığa dönerek:
“Baylar ve bayanlar, karşınızda şu ana kadar görüp görebileceğiniz en nadide şaheser. Olağanüstü işçiliğiyle aynı zamanda bir sanat ve ustasının- ne yazık ki- son eseri. Dikkatli olun. Derin ve karanlık ormanların sahibinden alınmış görünümü sizi ürkütebilir. Ama aynı zamanda sesi, sizi yetenekleriniz ölçüsünde hayallerinize götürebilir.”, dedi ve örtüyü nazikçe kaldırdı. Kalabalıktan hayranlık nidaları yükseldi. Birkaçı ise dehşete düşmüş bakışlar atıyordu sahneye. Kısa sürede kalabalık, tek tek ayağa kalkarken alkış tutmaya başladı. Timur gururla karışık kurnaz bir sırıtışla karşıladı. Sahne kenarından bir öksürük duyunca elleriyle gitarı gösterip eğilerek selamladı. Tekrar söze başlarken alkışlar kesilmeye başladı:
“Evet, sevgili konuklarımız, evet... Ne kadar muhteşem bir şaheser olduğunu hepimiz biliyoruz artık. Şimdi ise biraz para konuşalım değil mi?” derken suratını tuhaf bir şekle sokup kalabalığa soru soran bakışlar attı ve alkışlar yükseldi. “Evet, konuşacağız ama bugün farklı ve güzel bir niyetle konuşacağız. Ustamız özel bir teklifte bulundu. Eserini açık arttırmaya çıkarmamızı ve paranın da bağışlanmasını istedi. Tabii biz payımızı aldıktan sonra.”, dedi kahkaha atarak ve kalabalıktan da aynı şekilde karşılık aldı. “Yani bu akşam sizden cömert davranmanızı bekliyoruz. Ve açık artırmayı 100 TL ile başlatıyorum. Var mı arttıran?”. Çekişmeli ama zengin pintiliği ile geçen bir zaman sonra; “6 numara! Yok mu arttıran?”, uzun bir sessizlik sonrası, “85 bin liraya satıyorum, satıyorum, saaattım!”, dedi ve tokmak sesi duyuldu. Herkes ayağa kalkıp alkışlamaya başladı. Bay 6 Numara ise asaletinin arkasına zar zor sakladığı neşesiyle sahneye çıktı ve deklanşörler duruma el attı.
Timur sahne arkasına geçtiğinde mutlu olduğunu, bir yükten kurtulduğunu hissediyordu. Şaheserden ayrılmak hiç de zor olmamıştı ve hala bağış parası umurunda değildi. İhtiyarla artık çalışmayacak olması da umurunda değildi. Umrunda olan bir tehlikeden uzaklaşmışlık huzuruydu. “Şimdi dükkâna dönmeliyim, ayın elemanı favorin olsa da güvenmeyeceksin.”; dükkânı bırakacağı zaman ayın elemanı vekilliğini yapardı.
Bay 6 Numaranın, adamlarına bakışlarıyla emir vermesiyle sahneden inip kendini dışarı atması bir olmuştu. Derin nefeslerinde boğuluyor, kalp atışlarında sarsılıyordu. Kısa süre inledi. Çömelmişti. Kendine gelmeye başlarken önce ayak seslerini duydu, sonra seslerin sahibi konuştu:
“İyi misiniz?”
“Ah, evet… Evet iyiyim.”, ayağa kalktı; “Teşekkür ederim.”
“Önemli değil. İyi olmanıza sevindim Bay 6 Numara.”, dedi sesin sahibi gülerek. 6 Numara da gülmek için çaba harcayarak:
“Evet, o benim galiba. Mazhar, Mazhar Alınsan.”
“Memnum oldum Mazhar Bey.”, elini uzatarak; “Timur, Timur Büyükbaş.”, dedi ve sallanmış elini geri aldı. Küçümseyen ucuz bir gururla; “Tebrik ederim, kedi olalı bir fareyi tuttunuz. Şaheseri aldınız.”
Mazhar neye uğradığına şaşırmış, aynı zamanda yenilmiş biri gibi hissederek;h “T-te-teşekkürler. Artık gitmeliyim.”
“Rica ederim.”, dedi Timur ve arkasına bakmadan orayı terk etti. Mazhar ise arkasından ezilmiş bir fakir gibi bakarak kalakaldı. Bu hisselerini neye borçlu olduğunu anlamıyordu. Az önce bir ustalık eserine, bir mükemmeliyete sahip olmuştu. Peki bu adam neden böyle ezer tavırlarla konuşmuştu? Kendini neden ezilmiş hissediyordu? Milyar dolarlık şirketin, onlarca lüks müzik stüdyolarının sahibi, saygın bir iş adamıydı o. Peki neden, neden?
Hayatında bu kadar duygu karmaşası yaşamadığını düşünüyordu arabasına giderken. Çünkü şimdi asaletinin arkasında gizlediği o neşe geri geliyordu. Arabasında adamlarını bekliyordu. Sonunda gitar sandığıyla gözüktüler. Onlar yaklaştıkça neşesi, müzik yapma isteği yükseliyordu. Artık Timur’ u tanımıyordu bile.
Muhteşem malikanesine ne ara geldiğini anlamadı. Sarhoş gibiydi. Kendini bir anda tek başına yatağının ucunda oturmuş, kapısı kapalı, karşısındaki gitar sandığına bakarken buldu:
“Bugün de amma garibim.”, duraksadı. “Yoksa bu gitarın bir büyüsü mü var acaba?”, dedi. Kıkırdamaya başladı. Ama ayyaş kıkırdaması gök gürültüsüyle kesildi. Bardaklar gökyüzünden delice boşalıyordu. Mazhar kendine geldi. Sandığa yürüdü. Elleri titriyordu. Zafer duygusuyla yenilmişlik duygusu birbirine karışıyordu. Ama kilitleri açtığındaki ses çifti öyle tatmin ediciydi ki... Yavaşça kapağı kaldırdı. Şaheseri aldı, ahenkli seslere bıraktı ellerini ve telleri. Aynı anda bilinci hayal diyarına gidiyordu. Uzaydaydı. Yeşil lekeli mavi eliptik küreye bakıyordu. Bütün hatalarını, günahlarını, pişmanlıklarını böyle geride bırakabileceğini hayal ederdi hep. Bir süre sonra gözleri karardı. Ve tekrar gerçekliğe geldi. Çünkü elleri, ses üretmeyi bırakmıştı. Şaşkındı. “O adamın söyledikleri doğru. Belki farkında değil gerçek olduğunun ama beni gerçekten hayalime götürdü!”, dedi hayretle. Son zamanlarda üstüne çalıştığı başka bir parçayı çalmaya başladı. Çok zordu. Çalamayıp sinirlenmiş ve eski gitarını kırmış, çöp etmişti. Yine zar zor çalıyor, duraksadığı yerlerde giderek sinirleniyordu. Hayır kendine sinirlenmiyordu, bunun için fazla asildi ama gitarın güzelliği ona suç atmasını engelliyor gibiydi. Yine de Mazhar giderek sinirleniyordu. En sonunda gök gürültüsü eşliğinde gitarın gövdesine vurdu. Mazhar bir anda geriye savruldu. Neyse ki yatağa düştü. Hemen doğruldu. Şaheser karşında dimdik duruyordu. “Nasıl olur?”, diye haykırdı. İdrak edemeyerek; “Bunu o, o mu yaptı?”, dedi tiz bir sesle. Odadan dışarı atmak istedi kendini ama şaheser onu çağırıyordu. O kadar güzeldi ki... Az önce yaşadıklarını unutma noktasına geldi. Tekrar eline aldı. Tellere dokunur dokunmaz bir şey hissetti. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Dikenli sarmaşık deseni bileğine dolanıyor, kanatıyordu. Mazhar’ın kurtulma çabaları boşa gidiyordu. Çünkü boştaki eli de artık boşta değildi. Çığlık atmak istiyor ama sesi çıkmıyordu. Sanki büyülenmişti. Çok geçmeden sarmaşık boğazına sarılıyordu. Mazhar kanlar içinde boğuluyordu. Çırpınıyor, tekmeler savuruyordu ama hiçbir faydasını göremiyordu.
Mazhar ölmüş, yağmur dinmişti. İhtiyar dağ başındaki evinde huzur dolmaya başlıyordu. Boş gitar sehpasına bakarak; “Kardeşlerinden birinin katilini öldürdün şaheser. İntikamın başladı.”, dedi ve gülümseyerek çayını yudumladı.